Volume : 1 Suppl : 3 Year : 2024
Index
Membership
Application
Kocaeli Medical Journal - Kocaeli Med J: 1 (3)
Volume: 1  Issue: 3 - 2012
1.Medical Journal of Kocaeli

Page I

ORIGINAL ARTICLE
2.Lower Gastrointestinal Endoscopy Results: Region of Ağrı Doğubayazıt
Mustafa Şit, Gülali Aktaş, Edip Erdal Yılmaz
Pages 1 - 4
AMAÇ: Alt gastrointestinal sistemin (AGİS) mukozal patolojilerinin teşhisinde ve tedavisinde endoskopik inceleme altın standart olup, yaygın olarak kullanılmaktadır.
YÖNTEMLER: Çalışmamıza alt GİS endoskopisi uygulanan 736 hasta dahil edilmiştir.
BULGULAR: En sık kolonoskopik patoloji olarak hemoroid ve polip saptandı.
SONUÇ: AGİS semptomu olan hastaların kolorektal hastalıklarının benign ve malign patolojilerin tespitinde kolonoskopi altın standart bir yöntemdir. Bunun yanında Enterobius vermicularis gibi çevresel faktörlerin ve kötü hijyenin sebep olduğu hastalıkların tespitinde faydalı olmaktadır.
OBJECTIVE: Endoscopic examination, which is the gold standard in diagnosis and treatment of mucosal pathologies in lower gastrointestinal system, is widely used.
METHODS: 736 patients with lower gastrointestinal endoscopy were included in the study.
RESULTS: The most colonoscopic pathologies were hemorrhoids and polyps.
CONCLUSION: Endoscopy is the gold standard technique for detecting benign and malign colonic pathologies. In addition, endoscopy is beneficial determining the pathologies caused by Enterobius Vermicularis and environmental factors.

3.The comparison of tecniques of different sedo-analgesia in the outpatient gynaecologic operations
Abdulkadir İskender, Mesut Erbaş, İbrahim Karagöz
Pages 5 - 10
AMAÇ: Kısa süreli jinekolojik işlemler genellikle sedo-analjezi ile yapılmaktadır. Bu çalışmamızda günübirlik anestezi uygulanan bu küçük cerrahi girişimlerde sedo-analjezik olarak kullanılan propofol, etomidat ve ketaminin etkilerinin karşılaştırılmasını amaçladık
YÖNTEMLER: Amerikan Anesteziyoloji Derneği (ASA) I-II risk grubu, 25-50 yaş arası toplam 75 hasta çalısmaya dahil edildi. hastalara operasyondan 30 dakika önce midazolam 0.04 mg/kg im premedikasyon amacıyla uygulandı. Grup P’ deki hastalara 0,5mg/kg propofol, grup E ‘deki hastalara 0,1mg/kg etomidat, Grup K’daki hastalara 0,5mg/kg ketamin IV bolus yapıldı. Hastaların Ramsey Sedasyon Skorları, uyanma zamanı, derlenmeye alınma süreleri, ek ilaç dozları, total ilaç miktarı, oluşan yan etkiler kaydedildi.
BULGULAR: Propofol grubundaki hastaların %60’ında apne, %13.3’ünde hipotansiyon, %33.3’ünde bradikardi, %33.3’ünde enjeksiyona bağlı kolda ağrı,Etomidat grubundaki hastaların %6.7’sinda apne, %40’ınde bulantı-kusma, %33.3’ünde myoklonik hareketler, Ketamin grubundaki hastaların %6.7 ’sinde myoklonik hareketler, %13.3’ünde bulantı-kusma görüldü.
SONUÇ: Hastaların hızlı ve rahat uyanmasını en iyi sağlayan etomidat-alfentanil grubu olmakla beraber ek hastalıkları göz önüne alınarak ilaçlar tercih edilmesi gerektiğini düşünüyoruz
OBJECTIVE: In general short-term gynaecological operations are performed under sedo-analgesia. In our study, we aimed to compare the effects of propofol, etomidate and ketamine which are frequently used for sedoanalgesia in short-term procedures.
METHODS: 75 patients with age between 25-50 and operation risk of ASA I-II were included. Within 30 minutes before the operation, patients were premedicated with midazolam 0,04 mg/kg. Sedo-analgesia was performed with propofol 0,5 mg/kg in group P, with etomidate 0,1 mg/kg in group E and with ketamine 0,5 mg/kg in group K. Ramsay sedation scale, awakening time, time to being transferred to PACU, additional doses, total doses and side effects were recorded.
RESULTS: In group P 60% of patients had apnoe, 13,3% had hypotension, 33,3% had bradycardia, 33,3% had pain in injection area. In group E, 6,7% of patients had apnoe, 40% had vomiting, 33,3% had myoclonic movements. In group K, 6,7% of patients had myoclonic movements, 13,3% had vomiting.
CONCLUSION: Etomidate-alfentanyl combination was upper when compared with other groups in faster and simplified awakening. In addition to that, we sustaine that additional diseases of patients must be taken in the consideration to make a better drug-combination choice.

4.The Comparison The Effect of LMA Appliance After VIMA and TIVA Induction On Respiratuar Functions In Arthroscopic Procedures
Selin Yavuz, İbrahim Karagöz, İlknur Suidiye Şeker, Gülbin Sezen
Pages 11 - 17
AMAÇ: Çalışmamızda artroskopik girişimlerde bir gruba VİMA (sevofluran ile), diğer gruba TİVA (propofol ile) indüksiyonu sonrası LMA uygulamasının solunum fonksiyonlarına etkisini karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: Bilgilendirilmiş hasta onamları alındıktan sonra genel anestezi ile operasyonu planlanan ASA 1-2, 18-60 yaş arası, artroskopi operasyonu olacak 50 hasta çalışmaya dahil edildi. Grup 1 sevofluran ile VİMA (n=25), Grup 2 propofol ve remifentanil infüzyonu ile TİVA (n=25) olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Çalışmaya dahil edilen tüm hastalara Göğüs Hastalıkları polikliniğinde preoperatif, postoperatif 2.saat ve postoperatif 24.saat solunum fonksiyon testi yapıldı. Test 3 sefer tekrar edilerek en iyi FVC ve FEV1 değerleri seçildi. Operasyon odasına alındıktan sonra elektrokardiyografi, sistolik kan basıncı, diastolik kan basıncı, ortalama kan basıncı, kalp atım hızı, periferik oksijen satürasyonu monitorize edildi.
BULGULAR: Postoperatif periyottaki FEV1, FVC, FEF %25-75 değerleri preoperatif ve taburculuktaki duruma göre anlamlı düzeyde düşük çıkmış, ancak preoperatif ve taburculuktaki FEV1, FVC, FEF %25-75 değerleri arasına anlamlı fark bulunmamıştır. Bunların yanı sıra TİVA grubundaki FEV1 ve FVC ortalaması VİMA grubuna göre her üç ölçüm periyodunda da anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur. FEV1/FVC bakımından yapılan değerlendirme sonucunda anestezi grupları arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Ayrıca preoperatif, postoperatif ve taburculuk öncesi ölçüm periyotları arasında da anlamlı fark bulunmamıştır.
SONUÇ: Genel anestezi sonrası her iki grupta da FVC,FEV1, FEF %25-75 gibi solunumsal parametrelerde azalma saptadık. Değişmeyen FEV1/FVC oranıyla beraber akciğer fonksiyonlarında azalma her iki grupta da gözlendi.
OBJECTIVE: In this study, our purpose was to compare the effect of LMA appliance after VIMA or TIVA induction on respiratory functions in arthroscopic procedures.
METHODS: The study was performed in operating room and polyclinic on pulmonary disease in Medical Faculty Hospital of the University of Duzce. Fifty patients, who were undergoing arthroscopic surgery under general anesthesia between ages 18-60 and classified as ASA I-II were including after they informed consent was taken. In the operation room ECG, systolic, diastolic and mean blood pressure, heart rate and peripheric oxygen saturation were monitorised. Respiratory function test was performed to all patient included, preoperatively, on 2nd hour postoperatively and on 24nd hour postoperatively in the sitting position, after defined how the test works. The test was performed 3 times each and the highest FVC and FEV1 values were selected.
RESULTS: FEV1, FVC, and FEF %25-75 values postoperatively were significant lower than the values preoperatively and by discharge, but between FEV1, FVC, FEF %25-75 values preoperatively and by discharge were no significant difference. Additionally, FEV1 and FVC values in group VIMA were significantly lower than in group TIVA on every 3 test periods.
FEV1/FVC values were not significantly different between two anesthesia groups. In addition to that, there was no significantly different between test periods preoperatively, postoperatively and by discharge.

CONCLUSION: In conclusion, we determined by each two anesthesia groups that respiratory parameters like FEV1, FVC, and FEF %25-75 were decreased. By each two anesthesia groups were lung functions decreased and FEV1/FVC values remained. More studies on lung functions by different anesthesia techniques are needed.

5.The mortality of the neonates undergoing surgery: A series of 275 cases from a single-center
Muazez Çevik, Aynur Açar, Mehmet Emin Boleken
Pages 18 - 22
AMAÇ: Amaç: Yenidoğan döneminde, çocuk cerrahları tarafında doğumsal anomaliler ve komplikasyonlardan dolayı uygulanan cerrahi işlemlerin sıklıkla hayati önemi vardır. Bu çalışmada, cerrahi girişim uygulanan yenidoğan olguların genel özellikleri ve mortalitesinin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEMLER: Hasta ve yöntemler: Aralık 2008 ile Ekim 2012 tarihleri arasında iki çocuk cerrahı tarafından, yenidoğan döneminde ameliyat edilen 275 hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelenmiştir.
BULGULAR: Bulgular: Toplam 275 yenidoğana 341 ameliyat uygulandı. Hastaların ortalama ağırlıkları 2508,24 ± 786,82 (950-5500) gramdı. Olguların 156 (% 56,7)’i erkekti. En sık görülen doğumsal anomali % 22,9 oranı (n=63 ) ile özofagus atrezisi idi. Bunu % 22,5 (n=62) anal atrezi, izlemekte idi. Ortalama olarak hastanede kalış süresi 9,29±9,78 (1-62) gündü. Olguların % 25,1’i (n=69) kaybedildi
SONUÇ: Sonuçlar: Yenidoğan döneminde, uygulanan cerrahi girişimler hayat kurtarıcıdır. Yenidoğan hastaları etkileyen olası riskler azaltılması ile hayatta kalım oranı artırılabilir.
OBJECTIVE: Background: The surgical interventions performed by the pediatric surgeons during the neonatal period are usually life-saving. The aim of this study is to evaluate the factors those may have influence on the mortality of the newborns who required surgical intervention.
METHODS: Patients and Methods: The hospital records of 275 pediatric patients ( age ≤ 1 month), who were opereated during newborn period by two pediatric surgeons between December 2008 and November 2012, were reviewed retrospectively.
RESULTS: Results: Among the 275 neonates underwent 341 operations. The average of weights of the patients were 2508.24 ± 786.82 (950-5500) grams. One-hundred-fifty-six patients (56.7%) were male. The esophageal atresi was the most frequent abnormality (22.9 %, n=63). Sixty-one patients, and (22.5 % n=62) patients had anal atresia. The average time of hospital stay was 10.15±9.97 (1-62) days. The overall mortality rate was 25.1%.
CONCLUSION: Conclusion: Surgical procedures can be life-saving in the neonatal period even if the risks related to the newborns are well determined and prevented. Thus, survival rates of the newborns those undergone surgery can be increased.

6.The Relationship Between The Level Of Nutritional Eduction And Clinical And Laboratory Findings In Hemodialysis Patients
Ayşen Elmas, Elmas Erbay Saral, Arzu Tuğrul, Erkan Şengül, Fatih Bünül
Pages 23 - 26
AMAÇ: Merkezimizdeki hemodiyaliz hastalarının beslenme bilgi düzeylerini değerlendirmek ve klinik ve laboratuar bulgularına yansımasını değerlendirmek
YÖNTEMLER: Çalışmaya kronik böbrek yetmezliği (KBY) nedeni ile sürekli olarak hemodiyalize girmekte olan 65 hasta ( 31 K, 34 E ) alındı. Hastaların ortalama yaşı 58.01 ±14.25 yıl idi. KBY nin en sık nedeni hipertansiyon (%45) olarak saptandı. Hastaların demografik özellikleri, kan basıncı, laboratuar bulguları ve diyaliz seansındaki uygulanan tedaviler dışında beslenme bilgi düzeyleri 22 soruluk anket formu ile değerlendirildi. Veriler SPSS 17.0 programında analiz edildi. P<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Hastaların %59’unun (n=38) beslenme konusunda eğitim aldığı, %41’inin (n=27 ) almadığı saptandı. Albümin (p=0.04) ve kalsiyum (p=0.04) düzeyleri dışında iki grubun klinik ve laboratuar bulguları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Hastaların %80’inin eğitim düzeyinin ilkokul ve altı olduğu tespit edildi. Hastaların % 65’i aile desteği alamadığını belirti. Eğitim alan hastaların anket sorularına verdikleri cevaplar incelendiğinde beslenme ile ilgili mevcut bilgi düzeylerinin yeterli olmadığı saptandı.
SONUÇ: Hastaların eğitim seviyelerinin düşük ve yeterli aile desteği almadıkları dikkate alınarak anlatılanları anlamadıkları, unuttukları veya uygulamaya dönüştüremedikleri görülmüştür. Hemodiyaliz hastalarında bireysel farklılıklar dikkate alınarak, belirli periyotlarla ve etkili yöntemlerle eğitim tekrarlarının yapılması gereklidir.
OBJECTIVE: The aim of this study was to assess the effect of nutritional eduction level on clinical and laboratory findings in hemodialysis patients.
METHODS: The study group consisted of 65 patients (31 female, 34 male), undergoing routine hemodialysis. The mean age was 58.01 ±14.25 years. The most common etiology of chronic kidney disease was hypertension (%45). The nutritional education level was asssessed by using a survey sheet. Furtheremore, their demographic features, laboratory findings, blood pressure, and medications were obtained from their medical records. SPSS version 17.0 was used to perform the statistical analysis. P<0.05 was accepted to be significant.
RESULTS: It has been found that the nutritional education was given to 59% of patients (n=38), but not 41% (n=27). Clinical and laboratory results were not different between the patients with and without education except for albumin and calcium level (p=0.04 and p=0,04, respectively). The education level in 80% of patients was primary school or unschooled. The family support was not present in 65% of patients. In analysis of the survey sheet, it has been established that the nutritional education level was not sufficient in patients receiving education.
CONCLUSION: We showed that our patients could not understand, remember, or follow the nutritional education given them, along with a low education level and unsufficient family support. We suggest that the nutritional education should be given to patients regularly using by effective methods and that individual differences of patients should be taken into consideration during the educational period.

CASE REPORT
7.Pulmonary embolism be caused by deep venous thrombosis after coronary artery bypass grafting
İbrahim Kara, Yasin Ay, Cemalettin Aydın, Nuray Kahraman Ay, Tekin Yıldırım
Pages 27 - 30
Koroner bypass cerrahisi sonrası derin ven trombozu ve pulmoner tromboemboli nadir rastlanan komplikasyonlar olup yüksek morbidite ve mortalite taşır. Doğru tanı ve hızlı tedavi başarılı bir sonuç için hayati önem taşımasına rağmen, standart bir tedavi seçeneği yoktur. Trombolitik tedavi, katater embolektomi ve açık pulmoner embolektomi kullanılan tedavi seçenekleridir. Bu yazıda, koroner arter bypass ameliyatından sonra derin ven trombozuna bağlı massiv pulmoner emboli gelişen vakada etkili bir yaklaşım olarak trombolitik tedavi ve proflaksisi anlatıldı.
Deep venous thrombosis and pulmonary embolism are rarely mensioned as complications of coronary bypass surgery and carry high risk of morbidity and mortality. Although accurate diagnosis and rapid treatment are crucial to a successful outcome, there is no standart treatment option. Thrombolytic therapy, catheter embolectomy and open pulmonary embolectomy are the usual treatment options. This report describes our use of thrombolytic therapy and as an effective therapeutic approach in a case of massive pulmonary embolism that occured after coronary artery bypass grafting.

8.Uterus Didelphys with Unilateral Blind Hemivagina and Ipsilateral Renal Agenesis: Report of two cases
Hakan Nazik, Murat Api, Meltem Aksu, Şule Gül
Pages 31 - 34
Blind hemivajina ile birlikte görülen uterus didelfis ve ipsilateral renal agenezi normal menstruel siklusa sahip kadınlarda görülebilen nadir bir anomalidir. Bu olgu sunumunda çift uterus, unilateral vajinal obstrüksiyon ve ipsilateral renal agenezisi olan iki olgu raporlanmıştır. Her iki olguda pelvik ağrı, dismenore ve bununla ilişki olarak pelvik kitle tespit edilmiş virgin hastalardı. Bu sendromun farkına varılması ile vajinal septumun açılması reprodüktif kapasiteyi koruyarak semptomların tamamen düzelmesini sağlar.
Uterus didelphys with blind hemivagina and ipsilateral renal agenesis is a very rare anomaly and may be found in a female with normal menstrual periods.We report two cases with a double uterus, unilateral vaginal obstruction and ipsilateral renal agenesis. Both of the patients were virgin and their common clinical presentation was that of the onset of pelvic pain and dysmenorrhea, in association with the presence of a pelvic mass. In both of the patients we accurate the diagnosis by the laparotomic approach. A greater awareness of this syndrome should lead to accurate diagnosis and excision of the obstructing vaginal septum offers a complete relief of symptoms while preserving reproductive capacity.

9.A rare complication of perforated appendicitis: Scrotal abscess
Turan Yıldız, Mehmet Arpacık, İbrahim Nuvit Tahtalı
Pages 35 - 37
Perfore apandisite bağlı enfeksiyöz komplikasyonlar sık görülür. İntraabdominal apse, pelvik apse ve yara yeri enfeksiyonu en sık görüldüğü yerlerdir. Skrotal apse ise nadir görülür. Perfore apandisitle inguinal patolojilerin birlikte bulunduğu durumlarda uygun yaklaşım hala tartışmalıdır. Biz bu çalışmada perfore apandisit için cerrahi uygulanmasından sonra hidrosel kesesinde skrotal apse gelişen son derece nadir bir vakayı rapor ettik.
Infectious complications following perforated appendectomy are the most common. Intraabdominal abscess formation, pelvic abscess and wound infection are the most common sites of infection. Scrotal abscess following perforated appendectomy is very rare. The appropriate approach of perforated appendicitis with inguinal pathology is still controversial. We report an extremely rare case of an abscess that developed in the hydrocele sac after surgery for perforated appendicitis, in this study.

10.Microvascular Decompression of the Cochleovestibular Nerve for Tinnitus
Mete İşeri, Selçuk Uçar, Arif Ulubil, Kenan Koç
Pages 38 - 41
Kulak çınlaması, baş dönmesi ve işitme azlığı semptomları ile kendini gösteren, kokleovestibüler sinirin internal akustik kanala girişinde veya içerisinde anterior serebellar arter tarafından kompresyonu sonucu olan kokleovestibüler nörovasküler kompresyon sendromu, cerrahi tedavisi mikrovasküler dekompresyon olan bir hastalıktır. Bu yazıda sol kokleovestibüler sinirin vasküler kompresyonu izlenen bir hastada uygulanan mikrovasküler dekompresyonunu rapor edildi.
Neurovascular compression syndrome of cochleovestibular complex is manifested by tinnitus, vertigo, and hearing loss. The cochleovestibular nerve is compressed by the anterior cerebral artery at the entry or within the internal acoustic canal. Surgery by microvascular decompression is the preferred treatment. In this article, a patient with cochleovestibular nerve vascular compression treated by microvascular decompression is reported.

11.Heterotopic liver tissue on the gallbladder wall: A case report Heterotopic liver tissue
Selim Sözen, Seyfi Emir, Cengizhan Şan Özdemir
Pages 42 - 45
Ektopik karaciğer dokusu nadir bir gelişimsel anomalidir.Ektopik karaciğer dokusu diyafram, hepatik ligaman, omentum, retroperiton ve toraks gibi çeşitli organlarda gözlenebilmesine rağmen en sık yerleşim yeri safra kesesidir. Safra kesesinde ektopik karaciğer dokusu genelde laparotomi esnasında tesadüfi olarak bulunur. 40 yaşında bayan hastada laparoskopik kolesistektomi esnasında safra kesesinde ektopik karaciğer dokusu tespit edildi ve kolesistektomi ile beraber çıkarıldı. Yapılan histopatolojik incelemede safra kesesi duvarında heterotopik karaciğer dokusu tespit edildi. Sonuç olarak, safra kesesinde heterotopik karaciğer dokusu safra kesesi icerisinde yer işgal eden kitlelerin ayırıcı tanısında akılda tutulması gereken bir patolojidir. Eğer safra kesesinde patoloji varsa kese ile beraber çıkarılması önerilmektedir.
Ectopic liver is a rare developmental anomaly. Ectopic liver tissue can occur in several different organs such as the diaphragm, hepatic ligaments, omentum, stomach, retroperitoneum and thorax, but the gallbladder is the commonest site of origin. Heterotopic liver is more often incidentally detected during abdominal operations. Ectopic liver was detected on gallbladder at a 40 years old female patient during laparoscopic cholecystectomy and were taken out together with gallbladder. Histopathology demonstrated heterotopic liver tissue on the gallbladder wall. In conclusion, heterotopic liver tissue should be in mind for the differential diagnosis of masses in the gallbladder. It is recommended that if there is pathology of gallbladder, ectopic liver tissue on gallbladder must be taken out together with gallbladder.

12.epidermolysis bullosa and anesthetic management
Namigar Turgut
Pages 46 - 49
Distrofik epidermolizis bülloza tanılı temporomandibular eklem tutulumu olan ve her iki elinde pseudosindaktili nedeniyle operasyon planlanan hastaya, minimal monitörizasyon ile propofol indüksiyonu yapıldı ve larengeal maske uygulandı. Postoperatif dönemde EKG elektrodlarının yapıştığı bölgeler dışında yeni bül oluşumuna rastlanmadı.
Bu olguda; epidermolizis büllozalı hastaların anestezi yönetimini ve basit travmalar sonucu oluşabilecek sorunları gözden geçirmeyi amaçladık.
This presentation includes anesthetic approach to a patient with temporomandibular joint involvement due to dystrophic epidermolysis bullosa, who received larengeal mask with
Prophofol. Minimal postoperative ECG monitoring, there were no new bullae formation was observed except the electrods adhered regions. In this case; we aimed to review the anesthetic management of patients with epidermolysis bullosa and issues that may occur as a result of trauma.

REVIEW ARTICLE
13.
Akut pankreatit
Doç. Dr. Ali Tüzün İnce, Kemal Yıldız, Birol Baysal
Pages 50 - 58
Akut Pankreatit (AP) Karın ağrısı ve amilaz ve lipaz gibi pankreas enzimlerinde yükselmeyle seyreden pankreasın inflamatuar sürecidir