Volume : 4 Suppl : 3 Year : 2024
Index
Membership
Application
Kocaeli Medical Journal - Kocaeli Med J: 4 (3)
Volume: 4  Issue: 3 - 2015
ORIGINAL ARTICLE
1.The Findings of Echocardıography in Down syndrome Patients Who Applied to The Polyclinic of Pedıatrıc Cardiology
Onur Çağlar Acar, Abdurrahman Üner, İbrahim Ece, Serdar Epçaçan
Pages 1 - 3
GİRİŞ ve AMAÇ: Down sendromu kromozom 21’de trizomi nedeniyle meydan gelen insanlardaki en yaygın otozomal anöploidi sendromudur. Görülme sıklığı toplumlara göre 319 canlı doğumda bir ile 1000 canlı doğumda bir arasında değişmektedir. Down sendromu’nda kalpte özellikle endokardiyal yastıkçıkların anormal gelişimi nedeniyle kalp ve büyük damarların konjenital anomalileri sağlıklı topluma göre daha sık görülmektedir. Bu çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji polikliniğine müracaat eden Down sendromu tanısı almış hastalarda doğumsal kalp hastalığı sıklığını saptamak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu prospektif araştırma Ağustos 2010-Eylül 2012 tarihleri arasında ileri tetkik için Çocuk Kardiyoloji polikliniğine gönderilen Down sendromu tanısı karyotip analizi ile konmuş 198 olguda yapılmıştır. Tüm hastalar ekokardiyografi ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Hastaların yaş aralığı 1 ay ile 13 yaş arasındadır. Down sendromu tanısı alan hastalarda doğumsal kalp hastalığı oranı %54 saptanmıştır. Doğumsal kalp hastalığı olarak %49.9 görülme oranıyla en sık atriyoventriküler septal defekt görülmüştür. Atriyoventriküler septal defekti sırasıyla atriyal septal defekt (%14.1), ventriküler septal defekt (%11.3) ve patent duktus arteriyosus (%8.5) izlemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Van ve çevresindeki Down sendromlu hastalarda doğumsal kalp hastalığı sıklığı ve atriyoventriküler septal defekt oranı literatürle uyumlu bulunmuştur.
INTRODUCTION: Down syndrome is the most common autosomal aneuploidy syndrome in human beings caused by the trisomy in chromosome 21. The congenital cardiac and major vascular abnormalities, caused especially by the unusual growth of endocardial cushions, is seen more commonly compared to the healthy societies in Down syndrome. In this study, the target is to define the rate of congenital cardiac disease in patients who were diagnosed with Down syndrome who applied to the Pediatric Cardiology Polyclinic of Medical Faculty of Yüzüncü Yıl University.
METHODS: This prospective research is performed in 198 cases whose Down syndrome diagnoses were made with the karyotype analyse and who were transferred to the Pediatric Cardiology Polyclinic for further examination in the dates between August 2010 - September 2012. All the patients are evaluated by echocardiography.
RESULTS: The rate of patient's age is between 1 month to 13 years. The rate of congenital cardiac disease in the patients with Down syndrome diagnoses is identified to be 54%. The atrioventricular septal defect is the most common congenital cardiac disease with the incidence rate of 49.9%. The atrioventricular septal defect is followed by; atrial septal defect (14.1%), ventricular septal defect (11.3%) and patent ductus arteriosus (8.5%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The rate of congenital cardiac disease in patients with Down syndrome in and around Van and the rate of atrioventricular septal defect is found consistent with the literature.

2.Extrapulmonary Tuberculosis: A Retrospective Review of 331 Cases at Kocaeli Tuberculosis Dispansary
Aysun Şengül, Nalan Ogan, Yusuf Aydemir
Pages 4 - 9
GİRİŞ ve AMAÇ: Kocaeli Verem Savaş Dispanseri’nde 2005-2011 yılları arasında takip edilen akciğer dışı tüberküloz tanılı olgularını demografik özellikleri, tutulum yeri, kullanılan tanı yöntemleri ve tedavi sonuçları açısından değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif kohort çalışmamızda 2005-2011 yılları arasında Kocaeli Verem Savaş Dispanseri’nde takip edilen akciğer dışı tüberküloz tanılı hastaların dosyaları incelendi. Başka bölgeye nakil olan, dosyalarına ulaşılamayan hastalar çalışmaya alınmadı.
BULGULAR: Hastaların 172’si kadın (%52), 159 ‘si erkek (%48) idi. Hastaların yaş ortalaması 39,2 (±17,6) yıl olup %10,3’ü 20 yaş altı, %48,3’i 20-40 yaş aralığında, %23’sı 40-60 aralığında ve % 17,8’i 60 yaş üzeri idi. Akciğer dışı tutulum yeri değerlendirildiğinde en sık yerleşimin 119 hastada (%36) lenf nodu olduğu saptandı. 112 hastada (%33,9) plevra tüberkülozu, 31 hastada kemik-eklem tüberkülozu (%9,4), 17 hastada genital tüberküloz (%5,1), 15 hastada gastrointestinal sistem (GİS)-periton tüberkülozu (%4,5), 9 hastada deri tüberkülozu (%2,7), 8 hastada üriner sistem tüberküloz (%2,4), 6 olguda merkezi sinir sistemi tüberkülozu (%1,8), 6 olguda perikard tüberkülozu (%1,8), 5 olguda milier tüberküloz (%1,5), 2 olguda meme tüberkülozu (%0,6) ve 1 olguda (% 0,3) larinks tüberkülozu izlendi. Plevral tüberkülozun daha çok erkeklerde ve erken yaşta, lenf tüberkülozunun ise kadınlarda daha sık izlendiği görüldü. Tanı, 228 hastada (%68,9) histopatolojik, 17 hastada (%5,1) mikrobiyolojik olarak ve 4 hastada (%1,2) hem mikrobiyoloik hem de histopatolojik yöntemle, 82 hastada (%24,8) bu yöntemler dışında klinik, radyolojik ve diğer ek tetkikler ile konulduğu görüldü. Hastaların tedavi sonuçları değerlendirildiğinde 311 hastada (%94) tedavi tamamlama veya kür, 12 hastada (%3,6) tedavi terki, 8 hastada (%2,4) ölüm izlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Lenf nodu ve plevral tüberküloz bölgemizde en sık akciğer dışı tüberküloz şekilleridir. Bölgemizde verem savaşı etkin biçimde sürdürülmekte, tanı koymanın zor olduğu akciğer dışı tüberküloz tanıları artan sıklıkla objektif tanı yöntemleri ile konulmaktadır.
INTRODUCTION: We aimed to evaluate the demographics, localisation, diagnostic methods and treatment outcome of patients with extrapulmonary tuberculosis treated between 2005 and 2011 in Kocaeli Tuberculosis Dispansary, Turkey.
METHODS: We retrospectively reviewed medical charts of patients. We excluded patients who transferred to the other dispanseria or those medical records couldn’t be obtained.
RESULTS: A total of 331 extrapulmonary tuberculosis patients (52% female, 48% male ) with a mean age of 39,2 (±17,6) years were registered for treatment. Sites of extrapulmonary tuberculosis were lymph node in 119 (36%) patients, pleural in 112 (33,9%), bone and joint in 31 (9.4%), genital in 17 (5,1%), gastrointestinal in 15 (4.5%), skin in 9 (2.7%), urinary in 8 (2,4%), miliary in 6 (1.8%), central neural system in 6 (1.8%), pericardial in 6 (1,8%) breast in 2 (%0,6) and larynx in 1 (0,3%) patients. Pleural tuberculosis were common in male and young age, lymph node tuberculosis were common in female. Histopathological methods in 228 (68,9%), microbiological methods in 17 patients, both microbiological and histopathological methods in 4 patients (1,2%) and clinical, radiological and other methods were used in 82 (24,8%) patients for diagnosis. 311 patients (94%) had a successful treatment outcome. Of patients with unsuccessful outcome, 12 (3.6%) had defaulted, 8 (2.4%) had died.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Altough tuberculosis can disseminate all tissues, lymph node and pleura are the most common sites of extrapulmonary tuberculosis. Fight with tuberculosis is continued in tuberculosis and objective diagnostic methods were common methods in diagnosis of extrapulmonary tuberculosis.

3.Seasonal Evaluation of the Skin Prick Test Results in Sakarya Region.
Yusuf Aydemir, Hikmet Çoban, Adil Can Güngen, Hasan Düzenli, Canatan Taşdemir
Pages 10 - 13
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı allerjik solunum yolu şikayetleriyle başvuran hastalarda uygulanan deri prick test sonuçlarındaki pozitif reaksiyon sıklığının ve dağılımının değerlendirerek yöremizde sık rastlanılan allerjenlerin ve mevsimsel dağılımının tespit edilmesidir
YÖNTEM ve GEREÇLER: Nisan 2012-Mayıs 2014 tarihleri arasında Sakarya bölgesinde allerjik şikayetler nedeniyle deri prick testi yapılan, yaş ortalaması 35.7±14 olan 1336 yetişkin çalışmaya alındı.
BULGULAR: 1336 hastanın 1014’ünde (%76) en az bir allerjene karşı duyarlılık bulundu. En yüksek duyarlılık ev tozu akarına (n=576, %43.1) ardından ağaç polenlerine (n= 522, %39.1) karşı tesbit edildi. En fazla test sayısı ve en sık pozitiflik Haziran ve Temmuz aylarında bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Atopi Sakarya’da oldukça sık görülmektedir ve coğrafi-mevsimsel özellikleri bölgemizdeki allerjen dağılımı ile uyumludur. Çalışmamızın; bölge özelliklerini saptayarak, hastalarımızın tanı ve tedavisine katkı sağlayacağı kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: The aim of this study; was to determine the spectrum and frequency of positive reactions to skin prick tests in patients with respiratory tract allergic symptoms, and was to identify common allergens in our region.
METHODS: In the study, we retrospectively evaluated skin prick test results of 1336 adults (mean age 35.7±14 years) with allergic diseases history who the skin prick tests performed between April 2012 to May 2014 in the East Marmara Region, Turkey
RESULTS: In 1014 of 1336 patients(76%) we obtained positivity to at least one of the allergens tested. The highest positive sensitivity of allergens in the skin prick tests were house dust mite (n=576, 43.1%)and tree pollens (n= 522, %39.1) have been found. The maximum number of tests and positivity was detected most frequently in June and July.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Atopy in Sakarya is frequently seen. Geographic and seasonal features of the region are consistent with the distribution of allergens. We suggest these results will give some help to diagnose and manage of allergic diseases in patients of this region.

4.Hospitalization characteristics and physiciatric consultations status associated with post-discharge suicide reattempt; retrospective observational study
Onur Karakayalı, Gülhan Kurtoğlu Çelik, Ferhat Içme, Havva Şahin Kavaklı, Sevilay Vural, Alp Şener
Pages 14 - 20
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda suisid girişimi sonrasında acil servise başvuran hastaların ilk müdahale sonrasında hospitalizasyon durumu ve acil şartlarda psikiyatri konsültasyonun 1 yıllık takip sonrasında tekrarlayan suisid girişimi üzerine etkilerinin tespiti amaçlanmıştır
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif gözlemsel çalışma 3.basamak Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniğine 1 Ocak-31 Aralık 2010 tarihleri arasında suisid girişimi sonrasında başvuran hastalar etik kurul onayı alınarak dahil edilmiştir. Hastaların demografik verileri, psikiyatri konsültasyon durumu ve tedavi son durumu hastane arşiv kayıtlarından ulaşılarak kayıt edildi. Hastalar başvuru sonrasında 1 yıllık gözlem sonrasında 1 Ocak 2011-31 Aralık 2011 tarihleri arasında hastane tarafından alınan iletişim numaralarından aranılarak taburculuk sonrasında 1 yıllık süreçte tekrarlayan suisid girişimi ya da düşüncesinin olup olmadığı, psikiyatri poliklinik kontrolüne gitme durumları kayıt altına alındı.
BULGULAR: 1 yıllık dönemde suisid girişimi sonrasın başvuran 278 hasta (%0.28) çalışmaya dahil edildi. 133 hastadan (%57,8) psikiyatri konsültasyonu istendi. Psikiyatri konsültasyonu istenmeyen hastalarda konsültasyon istenen hastalara oranla tekrarlayan suisid girişimi üzerinde 5,21 kat daha fazla risk artışı tespit edildi. Psikiyatrik hastalık özgeçmişi olan hastalarda olmayan hastalara oranla istatistiksel olarak anlamlı olarak artan suisidal grişim gözlendi. (p=0,014) Müdahale sonrasında yoğun bakıma yatırılan ya da tedavi bitmeden kendi isteği ile taburcu olan hastalarda diğer hastalara oranla artmış oranda suisidal girişim düşüncesi mevcuttu. (p=0,007) Kendi isteği ile taburcu olan hastalarda hastaneye takip amaçlı yatırılan hastalara oranla 3,96 kat daha fazla artmış suisidal girişim riski ayrıca tedavi sonrasında taburcu edilen hastalarda hastaneye yatırılan hastalara oranla 0,96 daha fazla tekrarlayan suisidal girişim riski tespit edildi. Yoğun bakıma yatırılan hastalarda servise yatış verilen hastalara oranla 4,64 kat daha fazla tekralayan suisid grişim riski gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma sonuçlarına göre suisid girişimi sonrasında acil servise başvuran hastalardan rutin olarak psikiyatri konsültasyonu istenmesinin uygun olduğunu, hastaların özellikle acil servislerde kendi isteği ile taburcu olmalarını engelleyici önlemlerin alınması gerektiği ve taburculuk sonrasında psikiyatri poliklinik kontrolüne gitme durumlarının takibinin yapılmasının sağlayacak program geliştirilmesinin uygun olacağını düşünmekteyiz
INTRODUCTION: The aim of this study is to investigate effects of hospitalization status after the treatment and requesting emergency psychiatric consultation on recurrent suicide attempts of the patients who admitted to emergency department, during one year of follow up period
METHODS: This retrospective observational study is conducted in the emergency department of a Tertiary Research and Training hospital, on patients admitted due to suicide attempt, between January 1st and December 31-2010 after the ethics committee approval. Archival data were retrospectively screened for the study group and the file numbers of the patients were reached to communicate directly with them
RESULTS: : 278 patients, 0.28% of total admissions, were admitted to the study. 133 patients (57.8%) were consulted psychiatrically. In the patients with the need for a psychiatry consultation, lack of psychiatric consultation was found to be associated with the 5,21 times increased risk for repeated suicide attempts after admission. The rate of suicide reattempts in patients with a history of psychiatric disorder was significantly higher (p=0.014). The patients who were discharged from the intensive care unit and the emergency room with their own request have a higher rate of suisidal thinking than the other patients (p=0,007). The risk of suisidal reattempts was 3,96 times higher in patients discharged upon their own requests than the hospitalized patients, also the risk of suisidal reattempts was 0,96 times higher in patients discharged upon healing than the hospitalized patients.
Patients hospitalized in the intensive care unit had the risk of suisidal reattempts 4,64 times more than the patients hospitalized in other departments

DISCUSSION AND CONCLUSION: Psychiatric consultation before discharging from the emergency departments routinely, and more effective psychiatric follow up of the patients after discharge may decrease recurrent suicide attempts. Preventive algorithm must be defined in order to not allow the patients with own request discharge

5.The Efficiency of Vacuum Assisted Closure Method for Treatment of Deep Sternal Infections Following Open Cardiac Surgery
Hüseyin Şaşkın, Çağrı Düzyol, Kazım Serhan Özcan, Hüseyin Maçika, Mustafa İdiz
Pages 21 - 29
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, kardiyak cerrahi sonrası gelişen derin sternal yara enfeksiyonlarında konvansiyonel tedavi yöntemleriyle vakum yardımlı kapama tedavi yönteminin uygulandığı hastaların ölüm, reenfeksiyon ve hastanede kalış sürelerini karşılaştırmak için tasarlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Kasım 2006-Haziran 2014 tarihleri arasında aynı merkezde açık kalp cerrahisi sonrası derin sternal yara enfeksiyon tanısıyla tedavi uygulanan 72 hasta dâhil edildi. Hasta verileri retrospektif olarak incelendi. Konvansiyonel yara bakımı ve pansuman yöntemleriyle tedavi uygulanan hastalar Grup 1(n=38), vakum yardımlı kapama yöntemiyle tedavi uygulanan hastalar ise Grup 2(n=34) olarak sınıflandırıldı.
BULGULAR: Hastaların 25’i kadın olup yaş ortalaması 65,3±7,8 yıldı. Tedavinin 7.gününde bakılan ortalama C-reaktif protein(p=0.02), ortalama lökosit sayısı(p=0.01) ve ortalama eritrosit sedimantasyon hızı(p=0.005) değerleri açısından gruplar arasında anlamlı fark mevcuttu. Tedavinin 10.günü alınan mediastinal veya sternal yara akıntı kültüründe Grup 1’de 26 hastada(68,4%), Grup 2’de ise 5 hastada(14,7%) mikroorganizma üremesi mevcuttu(p=0.0001). Doksan günlük mortalite Grup 1’de gelişmezken Grup 2’de ise 6 hasta(%15,8)’da gelişti(p=0.03). Sağ kalan hastaların hastanede kalış süreleri Grup 1’de ortalama 23,3±5,5 gün iken Grup 2’de ise 17,3±3,4 gündü(p=0.0001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Açık kalp cerrahisi sonrası gelişen derin sternal yara enfeksiyonların tedavisinde vakum yardımlı kapama yöntemi konvansiyonel tedavi yöntemlerine göre yara iyileşmesini hızlandıran, hastanede kalış süresini kısaltan ve yara yerindeki mikroorganizmaların daha erken eradikasyonunu sağlayan güvenli ve etkili bir yöntemdir.
INTRODUCTION: In this study, we aimed to compare the conventional treatment methods with vacuum assisted closure treatment technique for mortality, re-infection and duration of hospitalization in patients who had deep sternal wound infection after cardiac surgery.
METHODS: Seventy two patients who had deep sternal infection after open heart surgery between November 2006-June 2014 were enrolled in the study. The data were collected retrospectively. The patients who were treated with conventional wound care were enrolled in group 1(n=38), the patients who were treated with vacuum assisted closure were enrolled in group 2 (n=34).
RESULTS: Twenty five of the patients were female and the mean age of the patients were 65,3±7,8 years. The mean values of C-reactive protein(p=0.02), leukocyte counts(p=0.01) and erythrocyte sedimentation rate (p=0.005) were significantly different between the groups. The incubation of sternal and mediastinal swap at 10 days were positive in 26 patients in group 1(68,4%), and positive in 5 patients in group 2(14,7%)(p=0.0001). The 90-days mortality; no mortality was observed in group 1, and 6 of patients(%15,8) died in group 2 (p=0.03). The duration of hospitalization in survived patients were 23,3±5,5 days in group 1 and were 17,3±3,4 days in group 2 (p=0.0001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The patients who were treated with vacuum assisted closure when compared to conventional wound care, for deep sternal wound infection after cardiac surgery, were associated with shortened hospital stay, accelerate in wound healing and eradication of microorganisms.

6.Percutaneous Treatment Of Peripheral Artery Disease: A Single Center Experience
Burak Turan
Pages 30 - 36
GİRİŞ ve AMAÇ: Periferik arter hastalığında girişimsel tedavi yöntemlerinin popülerliği giderek artmaktadır. Bir çok vasküler alanda perkütan girişimler tedavide ilk sıradadır. Çalışmadaki amaç periferik arter hastalığında girişimsel tedavi yöntemlerinin merkezimizdeki sonuçlarını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Temmuz 2011-Ekim 2015 arasındaki tanısal ve girişimsel işlemler retrospektif olarak tarandı. Girişimsel işlem verileri ve hastane içi istenmeyen olaylar hastane kayıtlarından incelendi.
BULGULAR: Toplam 11224 adet anjiyografik işlem tarandı. Bunlardan 1144 tanesi periferik arter hastalığına yönelik tanısal işlemlerdi. Toplam 167 adet girişimsel işlem (ortalama yaş 62±10, %82'si erkek) tespit edildi. En sık alt ekstremite (n=101), ardından kranial (n=43), üst ekstremite (n=19) ve viseral (n=4) arterlere yönelik işlemler izlendi. Genel işlem başarısı %95'ti. Intravasküler stentler %81 (n=135) hastada kullanıldı. Hastane içi major istenmeyen olaylardan ölüm 1 (%0.6), serebrovasküler olay 2 %1.2), transfüzyon gerektiren kanama 1 (%0.6), diyaliz ihtiyacı 1 (%0.6) hastada izlendi. İşlem sonrası amputasyon veya miyokard enfarktüsü izlenmedi. Hastaların %89'u ertesi gün taburcu edildi. Karotis arter hastalığının girişimsel tedavisinde serebrovasküler olay oranı %4.7 (n=2) idi. İliak, femoral/popliteal ve subklavian/brakial arter girişimlerinde işlem başarısı sırasıyla %97, 92 ve 90 iken karotis/vertebral ve renal arter girişimlerinde başarı oranı %100'dü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Periferik arter hasatlığının girişimsel tedavisi merkezimizde yüksek işlem başarısı ve kabul edilebilir istenmeyen olay insidansı ile yapılabilmektedir.
INTRODUCTION: Interventional procedures for peripheral arterial disease have increasing popularity. Percutaneous interventions have become the first line therapy in many vascular territories. Aim of the present study is to evaluate the procedural results of percutaneous interventions for peripheral arterial disease in our single center.
METHODS: Angiographic procedures performed between July 2011 and October 2015 were retrospectively evaluated. Interventional procedural data and in-hospital adverse events were acquired from hospital records.
RESULTS: A total of 11224 angiographic procedures were screened. Of these, 1144 procedures were performed for the diagnosis of peripheral arterial disease. A total of 167 interventional procedures (mean age 62±10, 82% male) were detected. The most common procedure was lower extremity intervention (n=101), which was followed by cranial (n=43), upper extremity (n=19) and visceral (n=4) interventions. Overall procedural success rate was 95%. Intravascular stents were used in 82% (n=135) of patients. Among in-hospital adverse events, death was observed in 1 (0.6%), cerebrovascular events in 2 (1.2%), bleeding requiring transfusion in 1 (0.6%), dialysis requirement in 1 (0.6%) patient(s). Post-procedural amputation or myocardial infarction was not observed. Majority of patients (89%) were discharged from hospital the next day. Cerebrovascular event rate in carotid artery intervention was 4.7% (n=2). Iliac, femoral/popliteal and subclavian/brachial artery interventions had a procedural success rate of 97, 92 and 90%, respectively. Procedural success was 100% in carotid/vertebral and renal artery interventions.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Percutaneous interventions for the management of peripheral arterial disease can be performed with high procedural success and acceptable adverse event rates in our center.

7.Comparison of the Effect of Trabeculectomy and Phacotrabeculectomy on Macular Thickness in Primary Open-Angle Glaucoma
Dilara Pirhan, Nurşen Yüksel, Ruken Çinik, Berna Özkan
Pages 37 - 42
GİRİŞ ve AMAÇ: Trabekülektomi ve fakotrabekülektomi cerrahisinin merkezi maküler kalınlık (MMK) üzerine etkilerinin karşılaştırılması
YÖNTEM ve GEREÇLER: Primer açık açılı glokom (PAAG ) tanılı trabekülektomi cerrahisi planlanan fakik 22 hastanın 22 gözü, PAAG tanılı ve eş zamanlı kataraktı olan fakotrabekülektomi planlanan 20 hastanın 20 gözü ve kontrol grubu olarak da sadece kataraktı olan ve fakoemülsifikasyon cerrahisi planlanan 25 hastanın 25 gözü çalışma kapsamına alındı. MMK ölçümleri cerrahi öncesi, cerrahi sonrası 1. hafta, 1. ay ve 3. ayda optik koherens tomografi (OKT) kullanılarak yapıldı.
BULGULAR: Postoperatif 1. hafta fakoemülsifikasyon ve fakotrabekülektomi cerrahisi geçiren grupta MMK değerlerinde artış olduğu gözlemlenirken trabekülektomi cerrahisi geçiren grupta gözlemlenmedi. Fakotrabekülektomi ile trabekülektomi geçiren gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.03). 1. ayda her üç grupta da MMK değerinde artış görülürken, trabekülektomi ile fakotrabekülektomi uygulanan gruplar arasında ortalama MMK değişimi açısından yine istatistiksel anlamlı fark saptandı (p=0.01). 3. ayda ise ortalama MMK değerinin her üç grupta da preoperatif düzeylere yaklaştığı ve gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Fakotrabekülektomi grubunda postoperatif 1. hafta ve 1. ayda ortalama MMK değerlerindeki artış trabekülektomi grubuyla kıyaslandığında istatistiksel anlamlı fark tespit edilmesi fakotrabekülektomi cerrahisi esnasında manipülasyonun fazla olmasına ve cerrahi süresinin uzun olmasına bağlı olabileceği düşünüldü.
INTRODUCTION: The comparison of the effects of trabeculectomy and phaco-trabeculectomy on central macular thickness (CMT)
METHODS: 22 eyes of 22 patients with primary open angle glaucoma (POAG) which had undergone trabeculectomy surgery, 20 eyes of 20 patients who had been diagnosed POAG with concurrent cataract which had undergone phacotrabeculectomy surgery and 25 eyes of 25 patients with only cataract serving as controls were included. CMT measurements was performed before surgery, at postoperative 1 week, 1 month and 3 months after surgery by using optic coherens tomography (OCT).
RESULTS: Increase in CMT of phacoemulsification and phacotrabeculectomy groups was observed at postoperative 1 week while that of was not observed in trabeculectomy surgery. The difference between trabeculectomy and phacotrabeculectomy group was statistically significant (p=0.03). Postoperative CMT were increased in all groups in the first month, however mean CMT change was statistically significant between trabeculectomy and phacotrabeculectomy group (p=0.01). By 3. month the mean CMT levels were close to the preoperative value in all three groups and the difference between the groups was not statistically significant.
DISCUSSION AND CONCLUSION: When increase in CMT in phacotrabeculectomy group at postoperative first week and first month compared to that of trabeculectomy group, finding out statistically difference may be related to is more manipulation during surgery and longer duration.

CASE REPORT
8.Every ulcer may not be related to inflammatory bowel disease
Züleyha Akkan Çetinkaya, Mesut Sezikli, Göktuğ Şirin, Sevda Soydan, Fatih Güzelbulut
Pages 43 - 46
Günlük gastroenteroloji rutininde pek çok kez kolon ve ince barsak ülserli hastalarla karşılaşmaktayız. Bu hastalardaki ülserlerin ayırıcı tanısı her zaman çok kolay olmayabilmektedir. Biz de polikliniğimize başvuran bir vaka sayesinde bu konuyu irdelemek istedik.
İleal ulcers are detected commonly in our clinical practice. Howewer they are always not be result of inflammatory bowel disease. İt is important to differentiate them other etiologies from inflammatory bowel disease. We herein report a case of ileal ulcer.

9.Isolated axillary nerve lesion occuring spontaneously
Ramazan Gündüz, İsmail Boyraz
Pages 47 - 50
68 yaşındaki, avukat erkek hasta 3 ay önce sol omuzda gelişen ağrı ve güçsüzlük şikayetiyle polikliniğimize başvurdu.Hastanın ilk muayenesinde omuz abduksiyon kas gücü 0/5 idi. Diğer kas güçleri ve nörolojik muayenesi normaldi. Anemnezinde herhangi bir travma ve tekrarlayıcı spor aktivitesi tariflemiyordu. EMG si sol axiller sinirin ağır aksonal hasarı, sol elde hafif-orta derecede karpal tünel sendromu olarak rapor edildi.
Akut gelişen şiddetli omuz ağrısı ve güçsüzlüğü gelişen hastalarda izole axiller sinir lezyonu akla gelmelidir. Ayırıcı tanıda travma tariflemeyen hastalarda nevraljik amyotrofi, vaskülit ve lokalize nörit düşünülmelidir
68-year-old patient who is lawyer admitted to our clinic because of occuring weakness and pain on the left shoulder 3 months ago. His abductor muscle strength of left shoulder was 0/5 in the first examination. The strenght of other muscles and neurological examinations were normal. He did not describe any trauma and repetitive sport activities in the anamnesis. EMG was reported as severe axonal damage of the left axillary nerve and mild to moderate carpal tunnel syndrome.
Isolated axillary nerve palsy should be kept in mind in patients with acute severe shoulder pain and weakness Neuralgic amyotrophy,vasculitis, localized neuritis should be considered in the differential diagnosis in patients who dont describe any trauma.

10.Management of Giant Frontal Mucocele; Report of three cases.
Yakup Yegin, Mustafa Çelik, Kamil Hakan Kaya, Burak Olgun, Selçuk Güneş, Ayşe Pelin Yiğider, Mustafa Suphi Elbistanlı, Fatma Tülin Kayhan
Pages 51 - 55
Frontal sinüs mukoselleri, yavaş büyüyen ve frontal sinuüste lokal agresif davranan lezyonlardır. Büyük frontal mukoseller, sinüs duvarında destrüksiyon yaparak çevre anatomik yapılara yayılırlar. Mukosel tedavisi cerrahidir. Cerrahi yönetiminde farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu makalede kliniğimizde tedavi edilen üç dev frontal mukosel olgusu tanı, tedavi ve takip aşamaları güncel literatür bilgileri ışığında sunuldu.
Frontal sinus mucoceles are slow-growing and locally aggressive lesion of the frontal sinuses. A gradually enlarging lesion results in destruction of the wall of the sinus and extends to the encircling anatomic structures. Treatment of mucocele is surgical. There are different surgical approaches in frontal mucocele. Hereby we reported the diagnosis, treatment and follow-up of three cases of giant frontal mucocele and reviewed the relevant literature.

11.sunct syndrome: report of two cases
Çetin Kürşad Akpınar, Dursun Aygün, Hakan Doğru, Sedat Şen
Pages 56 - 58
Konjunktival kanlanma ve yaşarmalı kısa süreli tek yanlı nevraljiform baş ağrısı (SUNCT) sendromu, etiyolojisi kesin olarak bilinmeyen, nadir görülen trigeminal otonomik sefaljilerdendir. Genellikle tek taraflı oftalmik sinir alanında hafif-orta şiddetli paroksismal gruplar halinde gelen ağrı ve buna eşlik eden otonomik bulguların varlığı ile ayırt edilir. Bu sendromda genellikle ağrı süresi 5 ile 240 saniye arasında değişmektedir. Etyolojisi kesin olarak belirlenebilmiş değildir, ancak buna yönelik çalışmalar sürdürülmektedir. Çok nadir görülen SUNCT sendromunun tedavisinde değişik ajanlar kullanılmaktadır. Bu yazıda literatürde bildirilen yaş aralığının altında ve üstünde olan, karbamazepin (400 mg/gün) ve lamotrijin (150 mg/gün) ile tedavi edilen iki olgu sunulmuştur.
Short lasting Unilateral Neuralgiform headache with Conjunctival injection and Tearing (SUNCT) syndrome, the etiology of which is not known for sure, is a rare trigeminal autonomic cephalgia. In its distinction paroxysmal groups of pain with low-moderate intensity which is generally unilateral and confined to the ophthalmic nerve region accompanied with autonomic symptoms is important. The usual duration ranges from 5 to 240 seconds. The etiology has not been exactly defined yet, but there are several studies going on over this subject. Various agents are used in the treatment of SUNCT syndrome which is a very rare condition. this paper presents two cases below and over the age range reported in the literature who were treated with carbamazepin (400 mg/day) and lamotrigine (150 mg/day).

12.Huge Bilateral Spermatocele Mimicking Testicular Neoplasia
Mücahit Kart, Mustafa Melih Çulha
Pages 59 - 61
Testiküler neoplaziyi taklit eden çift taraflı spermatoseli olan bir olguyu, tanısını skrotal ultrason ve cerrahi olarak teyit ederek sunduk. 58 yaşında bir erkek sağ skrotal şişlik şikayeti ile kliniğimize başvurdu.Fizik muayene sonrası sadece sağ tarafta değil, ayrıca sol tarafta skrotal şişlik tespit edildi. Yapılan skrotal ultrasonografide sağda monoloküler, solda multiloküler kistik yapıda kitleler tespit edildi. Yapılan cerrahi tedavi ile her ikisi de epididimis yanında yer alan spermatoseller perforasyon olmadan eksize edildi.Hasta iyi bir şekilde iyileşip, post operatif ikinci gün taburcu edildi. Bir ay sonraki takibinde bir sorun izlenmedi.
We describe a case of bilateral spermatocele mimicking testicular neoplasia, diagnosed at scrotal ultrasound with surgical correlation. A 58 years of man was admitted to our clinic suffering from right scrotal swelling. After physical examination, not only right sided but also left sided scrotal swelling was detected. Scrotal ultrasound revealed cystic fluid masses which are monoloculer on right side and multiloculer on left side. Surgical exploration was arranged and total excision of spermatoceles which are both located near the body of epididymis, was performed without perforation. The patient recovered well and discharged on the second day. No complication was observed in the follow up after one month.