Volume : 6 Suppl : 2 Year : 2024
Index
Membership
Application
Kocaeli Medical Journal - Kocaeli Med J: 6 (2)
Volume: 6  Issue: 2 - August 2017
ORIGINAL ARTICLE
1.The evaluation of renal disease profile in children in Antalya Province
Rahime Renda
Pages 1 - 6
GİRİŞ ve AMAÇ: Renal hastalıkların tipi ve çeşitliliği; coğrafik bölge, toplumun sosyoekonomik ve etnik yapısına göre farklılık gösterebilmektedir. Ek olarak semptomların hafif ve non-spesifik olması tanı koymayı güçleştirmektedir. Çalışmamızda hastanemiz çocuk nefroloji polikliniğine başvuran hastaların demografik parametrelerini, renal hastalık tiplerini ve oranlarını retrospektif olarak incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2015 ile Mayıs 2016 arasında çocuk nefroloji polikliniğine başvuran 903 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik parametreleri incelendi. Renal hastalık tanısı, anamnez ve fizik muayene ile birlikte klinik bulgular ve laboratuar parametreleri ile konuldu.
BULGULAR: 411’i (%45) erkek, 492’si (%55) kız olmak üzere 903 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların ortalama yaşları 8,09±5,04 yıldır. En sık görülen renal hastalık 247 hastada (%27,3) üriner sistem enfeksiyonu olup bunu takiben 200 hastada (%22,1) işeme disfonksiyonu, 119 hastada (%13,1) üriner sistemin konjenital anormalileri, 74 hastada (%8,1) böbrek taşı, 57 hastada (%6,3) hipertansiyon, 28 hastada (%3,1) kronik böbrek hastalığı, 19 hastada (%2,1) izole proteinüri, 14 hastada (%1,5) hematüri, 9 (%0,9) hastada nefrotik sendrom, 5 hastada nefritik sendrom, 2 hasta da akut böbrek yetmezliği tanısı almıştır. Hastaların bazılarında birden fazla renal hastalık birlikte saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Renal hastalıklar çok sessiz ve semptomsuz seyredebilmektedir. Özellikle kronik böbrek hastalığı ülkemizde oldukça sık görülmekte ve tanısı atlanabilmektedir. Bu nedenle hastaların ve ailelerin iyi sorgulanması ve şüphe dahilinde hastaların erken dönemde bir nefroloji merkezine gönderilmesi oldukça önemlidir.
INTRODUCTION: The type and variety of kidney diseases depending on geographic regions, socio-economic and ethnic backgrounds. It also often makes it difficult to diagnose due to mild and non-specific symptoms of disease itself. The aim of this study is retrospectively analyze our patients demographic parameters, kidney disease types and rates.
METHODS: Between January 2015 and May 2016, 903 patients admitted to the pediatric nephrology clinic were evaluated retrospectively. Demographic parameters of the patients were examined. Diagnosis of kidney disease was based on clinical findings, history, physical examination and laboratory parameters.
RESULTS: A total of 903 patients,411 (45 %) were males, 492's (55% ) were females. The mean age of the patients was 8.09 ± 5.04 years, the majority of them is between 6-10 years. The most common renal disease (n=247; 27.3 %) was urinary tract infection followed by voiding dysfunction (n=200,22.1%), congenital anomalies of the urinary tract (n=119,13.1%), kidney stones (n=74,8.1%), hypertension (n=57,6.3%), chronic kidney disease (n=28,3.1%), isolated proteinuria (n=19,2.1%), hematuria (n=14,1.5%), nephrotic syndrome (n=9,0.9%), nephritic syndrome (n=5) and acute renal failure in 2 patients. Some of the patients were identified with multiple renal disease.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Renal disease can progress very quiet and asymptomatic. In particular, chronic kidney disease are common in our country and the disorder can be misdiagnosed. Therefore be sent to patients and their families better questioning and doubt within a nephrology center in the early period of patients is very important.

2.The results of the Heifetz method in surgical treatment of ingrown toenail
Ümit Gök
Pages 7 - 10
GİRİŞ ve AMAÇ: Tırnak batması; sık rastlanılan ve günlük yaşamı olumsuz etkileyen ağrılı bir durumdur. Bu hastalığın tedavisinde birçok yöntem tanımlanmıştır. Heifetz yöntemi sık kullanılan cerrahi yöntemlerden biridir. Bu çalışmada Heifetz yöntemi ile tedavi edilen olgular retrospektif olarak değerlendirildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde 2012-2016 yılları arasında Heifetz yöntemi ile tedavi edilen 62 hastanın 73 ayak başparmak tırnak batması olgusu retrospektif olarak değerlendirildi. Bu hastalarda yaş, cinsiyet, tutulan ayak ve parmak tarafı, Heifetz evreleri, yineleme oranı, işe dönüş suresi ve memnuniyet durumları değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 23,77 (dağılım: 10-70 yaş) idi. Heifetz evrelemesine göre 18 parmak (%24,6) evre 2, 55 parmak evre 3 (%75,4) idi. 35 (%56,4) erkek, 27 hasta (%45,6) bayan idi. Hastaların 15 tanesi (%24,2) sağ ayak, 36 tanesi (%58) sol ayak, 11 tanesi (%17,8) bilateral tutulumlu idi. 39 parmakta (%53,4) tırnak lateral taraf tutulumu, 22 parmakta (%30,1) medial taraf tutulumu, 12 parmakta (%16,5) bilateral taraf tutulumu mevcut idi. 13 parmağa (%17,8) daha önce tırnak batması nedeni ile cerrahi uygulanmıştı. Hastalar ortalama 17,6 (dağılım: 6-41 ay) ay takip edildi. Hastalar ortalama 28 gün (dağılım: 20-46 gün) içerisinde işlerine döndüler. Dikişler ortalama 14. günde (dağılım: 11-16. gün) alındı. 6 parmakta (%8) yineleme görüldü. Rekürrens görülen olguların 4‘ü evre 1 (%66), 2‘si evre 2 (%33) şeklinde idi. Rekürrensler ortalama ameliyat sonrası 2. ayda (dağılım: 1-3 ay) görüldü. Hiçbir hastada osteomyelit veya ciddi başka bir komplikasyon gelişmedi. Hastaların 57‘si (%91.9) uygulanan cerrahi tedaviden memnun kaldıklarını belirtti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Heifetz yöntemi, tırnak batması olgularında başarılı bir tedavi seçeneğidir.
INTRODUCTION: Ingrown toenail is a painful illness which affects daily life negatively. Many methods have been defined in the treatment of this illness. The Heifetz method is one of the frequently used surgical treatment. In this study, we examined the results of the Heifetz method retrospectively.
METHODS: We retrospectively analyzed 73 ingrown toenail cases of 62 patients who were treated by using the Heifetz method in our clinic between 2012 and 2016. Age, sex, affected foot and finger side, Heifetz classification, reccurrence rate, time for return to work and patient satisfaction are evaluated.
RESULTS: Average age of the patients was 23,77 (distribution: 10-70). Eighteen (24,6%) were phase 2, 55 finger (75,4%) were phase 3 according to the Heifetz classification. Thirty five patients (56,4%) were male, 27 patients (45,6%) were female. Fifteen cases (24,2%) were right foot, 36 cases were (58%) left foot, 11 cases (17,8%) were bilateral 1st toe. Twenty two (30,1%) had medial side ingrown, 39 cases had (53,4%) lateral side ingrown, 12 cases (16,5%) had both medial and lateral side ingrown. Patients had been kept in track for 17,6 months on average (distribution: 6-41 months) Patients returned to work in 28 days on average (distribution: 20-46 days). Sutures had been removed on the 14th day on average (distribution: 11-16 days). Recurrence was observed in 6 cases (8%). Recurrences were observed in the postoperative 2nd month on average (distribution: 1-3 months). None of the patients had osteomyelitis or any serious complication. Fifty eight patient (91,9%) declared that they were satisfied with the surgical operation applied under
DISCUSSION AND CONCLUSION: Heifetz method is a successful treatment option for patients with ingrown toenail.

3.Is There a Correlation Between Pulmonary Function Tests and Neutrophil Lymphocyte Ratio in Patients Undergoing Coronary Artery Bypass Grafting?
Serkan Tulgar, Olgar Bayserke, Onur Selvi, Zeliha Özer
Pages 11 - 16
GİRİŞ ve AMAÇ: Pulmoner Fonksiyon Testleri (PFT) kardiyotorasik cerrahi öncesi preoperatif değerlendirmede sık başvurulan önemli bir testtir. Nötrofil lenfosit oranı ise birçok çalışmaya konu olmuş, bir çok hastalık ile ilişkisi olduğu ortaya konmuş bir biyomarkerdır. Benzer şekilde platellet lenfosit oranı (PLR) ve sistemik immun inflamatuar indexte çalışmalara konu olmaktadır. Bu çalışmada amacımız; CABG hastalarında yapılan PFT ile bu oranlar arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışmada Ocak 2014 ile Austos 2015 tarihleri arasında merkezimizde CABG uygulanan hastaların verilerini değerlendirilmiştir. CABG uygulanan hastaların demografik özellikler, kan sayımları,NLR, PLR, SIII ve PFT sonuçları kayıt altına alınarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: CABG uygulanan 61 hastanın verileri değerlendirildi. NLRile FEV1/FVC ve NLR ile MMEF75-25 arasında negatif yöne bir korelasyon tespit edildi (p<0.01).NLR için MMEF 75-25 < %80 ve FEV1/FVC<%80 olduğunda cut-off değeri belirlemek için ROC analizi yapıldı ve cut off değeri 2.105 olarak belirlendi(Sensitivity %67 ve specificity % 73)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Respiratuar hastalık öyküsü olmayan ve CABG uygulanacak hastalarda NLR pılmoner fonksiyon testleri ine ters yönlü bir korelasyon göstermektedir. Çalışmamız, tam kan sayımından türetilen basit bir biyomarker olan NLR ile pulmoner fonksiyon testleri ilişkisini ortaya koyan ilk çalışmadır.
INTRODUCTION: Pulmonary Function Tests (PFT) are important and frequently used for the preoperative evaluation of patients that will undergo cardiothoracic surgery and PFT are routinely required by anesthesiologists and surgical teams. Neutrophil Lymphocyte Ratio (NLR) is a biomarker recently reported by several studies to be associated with many diseases, and Platelet Lymphocyte Ratio and systemic immune inflammation index similarly. The aim of this study is to evaluate the presence of any correlation between PFT and theese ratios in patients without pulmonary disease or risk factors due to undergo CABG.
METHODS: The retrospective study was conducted at our hospital and performed by reviewing data of patients undergoing CABG between January 2014 and August 2015. Demographical features, echocardiological results, complete blood count results, ratios of NLR, PLR, SII and PFT results were evaluated in patients undergoing CABG.
RESULTS: Data of 61 patients were analyzed. A negative linear correlation was found between NLR and FEV1/FVC and NLR and MEF 75-25 % (p<0.01). ROC analysis was used to determine the cut off value for NLR when MMEF 75-25 < 80% and FEV1/FVC<80%. Cut off value of 2.105 was chosen for NLR with a sensitivity of 67.74% and specificity of 73.33% for FEV1/FVC <80% and sensitivity of 68.75% and specificity of 75.86% for MMEF75-25 <80%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In patients without respiratory disease, due to undergo CABG, NLR shows an inverse correlation with PFT results. Our study is the first to put forth simple biomarkers calculated from CBC that can predict PFT.

4.Sexual Dysfunction in women with Polycystic Ovary Syndrome
Ahmet Yıldız, Ozan Dogan
Pages 17 - 23
GİRİŞ ve AMAÇ: Polikistik Over Sendromu(PKOS) olan kadınlarla, kontrol grubu arasında seksüel disfonksiyon skorları açısından fark olup olmadığını ve ayrıca PKOS lu kadınlarda seksüel disfonksiyon skorlarının serum testosteron ve body mass indeksi arasındaki ilişkiyi değerlendirdik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: PKOS için Roterdam kriterlerini karşılayan kadınlarla kontrol grubu arasında seksüel fonksiyon değerlendirilmesinde kadın cinsel disfonkiyon indeksi (FSFI) kullanıldı. PKOS lu kadınlarda serum testosteron seviyeleri ve Body mass indeks değerleri bağımsız değişkenler olarak değerlendirildi
BULGULAR: Total FSFI skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.Ortalama FSFI skorları PKOS lu kadınlarda her kategoride düşük olarak saptanmasına rağmen istatistiksel olarak sadece orgasm skoru için anlamlı fark bulundu.( 4.44±0.07, p<0.001). Serum testosteron seviyeleri için standart sapması >1 olan PKOS lu hastalar belirgin olarak daha iyi seksüel fonksiyonlara sahip olduğu bulundu. BMI ile FSFI skorları arasından belirgin bir fark saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PKOS lu kadınlar ile kontrol grubundaki kadınlar orgasm skorları dışında benzer seksüel fonksiyonlara sahip olduğu saptandı. PKOS lu kadınlarda serum testosterone seviyeleri normal reprodüktif çağdaki hastalarla aynı olanlar seksüel disfonksiyon açısından risk grubuna girmektedir.
INTRODUCTION: To compare the differences in sexual function between women with PCOS and controls, and to assess the relationship of serum testosterone, body mass index (BMI), hirsutism, and acne with sexual function scores in women with PCOS.
METHODS: A cross-sectional analysis in which women who met the Rotterdam criteria for PCOS were compared with a group of healthy volunteers. Results from the validated Female Sexual Dysfunction Index(FSFI) were used to assess sexual function. In women with PCOS, serum testosterone levels, BMI, self-reported hirsutism, and acne were assessed as independent variables
RESULTS: The differences between for the total FSFI scores were not statistically different, the mean FSFI scores for women with PCOS were lower in every category as compared with controls, but the differences were only statistically significant for orgasm.(4.44±0.07, p<0.001).There were no significant differences between any of the BMI categories in regard to the mean FSFI scores in any of the subscales.Women with PCOS whose testosterone levels were >1 standard deviation above the mean had significantly better sexual functioning.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Women with PCOS have similar sexual functioning scores compared with controls except in regard to orgasm. The subpopulation of women with PCOS whose serum testosterone levels are in the normal reproductive range are at increased risk for sexual dysfunction.

5.Assessment of Fetal Scalp Lactat Levels for the Determination of Fetal and Neonatal Well-being
Pınar Çakır, Gülseren Yücesoy, Eray Çalışkan, Özgür Çakır
Pages 24 - 29
GİRİŞ ve AMAÇ: Perinatal hipoksik stres, yenidoğanda mortalite, morbidite ve nörolojik sekellerin gelişiminde en önemli etyolojik faktörüdür. Yenidoğan hipoksisi her yıl 130 milyon doğumun 4 milyonunda görülmekte ve bir milyon yenidoğan asfiksi ya da ciddi sekeller sonucunda ölmektedir. İntrapartum fetal izlem yönetim yöntemleri fetal pulse oksimetre ve eksternal kalp atım oranlarını içermektedir. Bu testlerin bazı avantaj ve dezavantajları vardır ve bu metodlardan hiçbirisi yüksek duyarlılık ve özgüllük oranına sahip değildir. Çalışmamızın amacı intrapartum fetal skalp laktat seviyesinin ölçülerek fetal ve yenidoğan mortalite ve morbidite oranlarını öngörmedeki yerinin analiz edilmesidir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 95 gebe çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalar misoprostol ile indüklenmiş olup eksternal fetal kalp atım hızı, fetal pulse oksimetre ve fetal skalp kan laktat seviyeleri takip edilmiştir. Umblikal arteriel kan oksijen testi ölçülerek kaydedilmiştir
BULGULAR: Fetal oksijen satürasyonu, hastaların 24'ünde( %25) %30'un altında, fetal skalp kan laktat seviyesi hastaların 15'inde (%16) 4.8 mmol/lt'nin üzerinde idi. Bu sonuçlar, yenidoğan asidozu ile yoğun bakım ünitesinin gerekliliği arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon olduğunu gösterdi (p <0.05).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Fetal skalp laktat izlemi, sadece anlık laktat seviyesini yansıtan invaziv bir yöntem olduğu için, tekrarlama ihtiyacı ve hipoksik fetus için zaman kaybı anlamına gelen zaman ve emek ihtiyacı, klinikte yer almasının zor nedenlerinden biridir Uygulama. Fetal skalp laktat izleminin klinikte yer almasının güç olmasınınsebepleri, anlık laktat seviyesini yansıtan invaziv bir yöntem olması, tekrarlama ihtiyacı ve hipoksik fetus için vakit kaybı anlamına gelen zaman ve emek ihtiyaçlarıdır. Bu yöntemin rutin pratikte kullanılması daha pratik ve noninvaziv teknolojik yöntemler geliştirilene kadar pek olası değildir.
INTRODUCTION: Perinatal hypoxic stress is the most important etiological factor of newborn mortality, morbidity and norological sequellae. Every year newborn asphyxia occurs in approximately four million of 130 million births and one million of newborn dies as a consequence of asphyxia, or is exposed some kind of a severe sequellae. Assessment of intrapartum fetal monitoring includes fetal pulse oksimeter and external fetal heart rate monitoring. These tests has some advantages and disadvantages and none of these methods have high sensitivity and specificity rates.The aim of our study was to investigate the reduction of fetal and neonatal mortality and morbidity rates by measuring fetal scalp lactate levels.
METHODS: A total of 95 pregnant women were enrolled in the study. All the patients were misoprostol-induced and monitored with external fetal heart rate, fetal pulse oksimeter and fetal scalp lactat level. Umbilical arterial blood oxygen testing were measured and recorded.
.
RESULTS: Fetal oxygen saturation was under 30% in 24 (25%), and fetal scalp lactat level was above 4.8 mmol/l in 15 (16%) of the patients. These results indicated a statistically significant correlation between newborn acidosis and necessity of intensive care unit (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: As for fetal scalp lactate monitoring is an invasive method, reflecting only the momentary lactate level, the need for repetition and the need for time and effort which means loss of time for the hypoxic fetus are the main reasons why it’s hard to take place in clinical practice. It’s not very probable for this method to be used in routine until more practical andnoninvasive methods are developed within technological improvement.

6.
Hemşirelik öğrencilerinin olumsuz otomatik düşünceleri ve akademik başarıları arasındaki ilişki
Songül Duran, Ayşe Karadaş, Serap Kaynak
Pages 30 - 37
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, hemşirelik öğrencilerinin olumsuz otomatik düşüncelerinin bazı demografik değişkenler ve akademik başarıları ile ilişkisini incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma Aralık 2015 ve Şubat 2016 tarihleri arasında Balıkesir Üniversitesi Balıkesir Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik bölümünde okuyan toplam 310 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Veri toplama amacıyla, bireylerin sosyo-demografik bilgilerini, akademik başarıyla ilgili düşüncelerini saptamaya yönelik 13 sorudan oluşan veri toplama formu ve 30 soruluk “Olumsuz Otomatik Düşünceler Ölçeği (OODÖ)” kullanılmıştır.
BULGULAR: Araştırma sonucunda öğrencilerin mezun oldukları okul, yaşadıkları yer, anne-baba eğitim durumu/mesleği ile otomatik düşünceler ölçeğinden alınan puanlar arasında fark olmadığı görülmüştür. Öğrencilerin akademik başarı durumu ile otomatik düşünce toplam puanları arasında negatif yönde korelasyon olduğu saptanmıştır. OODÖ’ nin “Kendine Yönelik Olumsuz Düşünceler” ve Şaşkınlık Kaçmaya yönelik düşünceler’’ alt ölçekleri ile akademik başarı puanları arasında negatif yönde önemli bir ilişki olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmadan elde edilen verilere göre, hemşirelik öğrencilerinde akademik başarı ile olumsuz otomatik düşünme arasında önemli bir ilişki olduğu bulunmuştur. Hemşirelik öğrencilerinin başarılarını ve motivasyonlarını etkileyen bu tür psikososyal faktörlerin araştırılarak eğitim sürecinde gerekli desteklerin sağlanması önerilmektedir.

7.Utility of Mini Nutritional Questionniare In Nutritional Assessment of COPD And Its Relationship Between Respiratory Function Parameters
Şule Taş Gülen, Pakize Özçiftçi Yılmaz
Pages 38 - 42
GİRİŞ ve AMAÇ: Malnütrisyon kronik obstrüktif akciğer hastalığında (KOAH) alevlenme sıklığında ve mortalitede artma ile solunum fonksiyonlarında azalma ile ilişkilidir. Bu çalışmanın amacı, KOAH hastalarının nutrisyonel değerlendirmesinde Mini Nutrisyonel Değerlendirme Anketi- Kısa Formunun (MNA-SF) kullanılabilirliğini ve solunum fonksiyon parametreleriyle ilişkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza sigara öyküsü, klinik değerlendirme ve solunum fonksiyonu testi (SFT) ile KOAH tanısı konulmuş, kontrol amaçlı polikliniğe başvuran, stabil dönemde olan 58 hasta alındı. Nütrisyonel durumu ve vücut ağırlığını etkileyecek malignite, malabsorbsiyon, diabetes mellitus (DM), nörolojik hastalık, renal yetmezlik ve dekompanse kardiyak hastalığı olan olgular çalışma dışı bırakıldı. Olguların yaş, cinsiyet, boy, kilo, vücut kitle indeksi (VKİ), solunum fonksiyon parametreleri kaydedilerek, altı sorudan oluşan MNA-SF anketi dolduruldu. VKİ’ne göre, malnütrisyonu olan (VKİ ≤ 20 kg/m2) ve olmayanlar (VKİ> 20 kg/m2) olarak 2 gruba ayrıldı. MNA-SF anket sonucuna göre 12-14 puan alanlar ”malnütrisyon riski yok”, 8-11 puan alanlar ”malnütrisyon riski altında” ve 0-7 puan alanlar ”malnütrisyonlu” olarak üç gruba ayrıldı.
BULGULAR: Yaş ortalaması 64,6 yıl olan toplam 58 hastanın 54’ü (% 93,1) erkek, 4’ü (%6,9) kadın idi. Solunum fonksiyonlarına göre sınıflandırıldığında; 8’i (%13,8) hafif KOAH, 21’i (%36,2) orta KOAH, 23’ü (%39,7) ağır KOAH ve 6’sı (%10,3) çok ağır KOAH’tı. Vücut kitle indeksi değerlendirildiğinde; %36,7’sinin (n=15) skoru 20 ve altındaydı. MNA-SF skorlarına göre; %44,8’i normal, %27,6’sı malnütrisyon riskli ve %27,6’sı malnütre olarak saptandı. MNA-SF skorları ile VKİ ilişkisi istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,001). MNA-SF skorları ile KOAH evreleri arasında da istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,919) ancak SFT parametrelerinden FEV1 ve FEV1/FVC ile MNA-SF ve VKİ arasında pozitif korelasyon saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: MNA-SF’nin KOAH tanısı alan ve takip edilen her hasta için poliklinik koşullarında dahi kolaylıkla uygulanabilecek, malnütrisyonun erken tespit ve müdahalesinde olumlu sonuçlar doğurabilecek, pratik bir skorlama sistemi olduğunu düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: The aim of this study was to investigate the utility of the Mini Nutritional Assessment Questionnaire-Short Form (MNA-SF) in nutritional assessment of COPD patients and its association with pulmonary function parameters.
METHODS: Fifty-eight patients with COPD were included in the study. Patients with malignancy, malabsorption, diabetes mellitus (DM), neurological disease, renal insufficiency and decompensated cardiac disease that would affect nutritional status and body weight were excluded from the study. The age, gender, height, weight, body mass index, respiratory function parameters of the cases were recorded and MNA-SF questionnaire consisting of six questions was filled. According to BMI, they were divided into 2 groups; malnutrition (BMI ≤ 20 kg / m2) and non-malnutrition (BMI> 20 kg / m2) groups. According to the results of the MNA-SF questionnaire, 12-14 points were "no risk of malnutrition", 8-11 points were "under malnutrition" and 0-7 points were "malnourished".
RESULTS: 54 patients(93.1%) were males of 58 patients with a mean age of 64.6 years. When classified according to respiratory functions; 8 (13,8%) mild COPD, 21 (36,2%) moderate COPD, 23 (39,7%) severe COPD and 6 (10,3%) very severe COPD. When the body mass index is evaluated; The score of 36.7% (n = 15) was below 20. According to MNA-SF scores; 44.8% were normal, 27.6% were at risk for malnutrition and 27.6% were malnourished. The MNA-SF scores and the BMI correlations were statistically significant (p = 0.001). No statistically significant difference was found between MNA-SF scores and COPD stages (p = 0.919), but positive correlations between FEV1 and FEV1 / FVC and MNA-SF and BMI were found in the PFT parameters.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We think that MNA-SF is a practical scoring system that can have positive results in the early detection and intervention of malnutrition, which can be easily applied even in the outpatient setting for every patient who gets COPD diagnosis.

8.The Burdens of Sitter Mothers at Paediatrics Clinics and the Effect of Hospital Stay on Depression, Anxiety and Stress Levels
Ayfer Açıkgöz, Dilek Şayık, Semra Söngüt, Yeliz Kaya, İmdat Köksal
Pages 43 - 47
GİRİŞ ve AMAÇ: Çocukların hastane ortamındaki ihtiyaçları sağlık alanındaki çalışmalarda önemsenen konular arasında yer almaktayken, refakatçilerin de birer birey olarak pek çok gereksinimleri olduğu zaman zaman gözden kaçmaktadır. Bu çalışmada, pediatri kliniklerinde refakatçi olarak kalan annelerin yaşadığı güçlükler ve hastanede kalmanın depresyon, anksiyete ve stres düzeylerine etkisini belirlemek amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma Eskişehir Devlet Hastanesi ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Ekim- Aralık 2014 tarihleri arasında pediatri kliniğinde refakatçı olarak kalan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 285 anne ile yapıldı. Çalışma yapılmadan önce etik kurul izni ve kurum izni alındı. Veri toplama aracı olarak, Tanımlayıcı Bilgi Formu ve Depresyon-Anksiyete-Stres Öçeği kullanıldı. Veriler IBM SPSS 17.0 istatistik paket programı kullanılarak değerlendirildi. Verilerin değerlendirilmesinde, ortalama ve yüzdelik dağılımlar, Ki kare testi, bağımsız örneklem T testi ve korelasyon testi kullanıldı.
BULGULAR: Refakatçi olarak kalan annelerin Depresyon-Anksiyete-Stres düzeyi ile çocukta kronik hastalık varlığı, çocuğun hastalık süresi ve hastanede rekafatçi olarak kalınan gün sayısı arasında istatistiksel olarak anlamlılık bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pediatri kliniklerinde refakatçi olarak kalan annelerin psikolojik açıdan risk altında oldukları saptandı. Önerimiz; hasta çocuklar ve refakatçileri ile en fazla vakit geçiren ve onları en iyi gözlemleyebilen hemşirelerin, rafakatçilerin yaşadığı sorunlara karşı duyarlı olmaları ve imkanlar dahilinde çözmeye çalışmalarıdır.
INTRODUCTION: While the needs of children in the hospital environment are among the matters to which importance is attached in the field of health, the fact that sitters are also individuals with numerous needs, is sometimes overlooked. The purpose of this study was to determine the burdens of sitter mothers at paediatrics clinics, and the effect of hospital stay on depression, anxiety and stress levels.
METHODS: The study was conducted with 285 mothers, who stayed at the paediatrics clinics of Eskisehir State Hospital and Medical Faculty Hospital of Eskisehir Osmangazi University between October–December 2014, and who agreed to take part in the study. The requisite permission was granted from the ethics committee and the institution before conducting the study. Descriptive Information Form and a Depression–Anxiety–Stress Scale were used as data collection tools. The data was assessed using the IBM SPSS 17.0 statistics package programme. Mean and percentile distributions, the chi square test, independent sample t test and correlation test were used in the assessment of the data.

RESULTS: There was a statistically significant relationship between the Depression-Anxiety-Stress levels of mothers who stayed as sitters and the presence of a chronic illness in the child, the period of the illness of the child and the number of days the mothers stayed in hospital as sitters.


DISCUSSION AND CONCLUSION: It was determined that the mothers who stayed as sitters at paediatrics clinics were at risk from the psychological perspective. Our recommendation is for the nurses, who spend the most time with sick children and their sitters, and who are able to observe them best of all, to be sensitive to the problems suffered by the sitters, and attempt to resolve these within the boundaries of their own possibilities.

CASE REPORT
9.Ectopic thyroid tissue similar to the submandibular gland tumor
Serdar Başer, Adin Selçuk, Erkan Esen, Sebla Çalışkan, Ferit Bayakır, Şaban Eyisaraç, Erdem Altıparmak, Ahmet Tuğrul Eruyar
Pages 48 - 51
Ektopik tiroid dokusu nadir görülen benign bir konjenital anomalidir. Lokalizasyonuna bağlı ciddi sorunlara neden olabilmektedir. Ektopik tiroid dokusu çoğunlukla foramen çekum ile mediasten arasında orta hatta yerleşmektedir. Bu yazıda, literatürde nadir izlenen ve submandibüler kitle nedeniyle polikliniğimize başvuran ektopik tiroid dokusu olgusu sunuldu.
Ectopic tyhroid tissue is a rarely seen benign congenital anomaly. It can cause very serious problems acording to localization. Ectopic tyhroid tissue commonly locates between foramen cecum and medial line of mediasten. In this article we present ectopic tyhroid tissue case which admitted to our outpatient clinic with rarely seen in literature submandibular mass.

10.Tetanus Case With Mortal; A Case Report
Güvenç Doğan, Selçuk Kayır, Arzu Akdağlı Ekici, Elif Aşıcı
Pages 52 - 55
Tetanoz nadir görülen, akut gelişen ve ileri yaşlarda ölümcül seyredebilen Clostridium tetani kaynaklı nörotoksinlerle oluşan, dirençli tonik spazmlarla karakterize bir hastalıktır. Solunum kasları tutulumu sonucu gelişen solunum sıkıntısı en ciddi bulgudur. Hastalarda görülen solunum yetersizliği ve hava yolu tıkanıklığı sıklıkla ventilatör desteği gerektirmektedir. Olgumuz 68 yaşında, uygun immünizasyonu olmayan, jeneralize tip tetanoz tanısı alıp sonrasında solunum yetmezliği gelişen bir olguydu. Entübe edilerek yoğun bakım ünitesine alındı. Sedasyon sağlanarak 11 gün mekanik ventilatör desteği aldı. Gelişen otonomik disfonksiyonları tedaviye rağmen düzeltilemedi. Hasta 11. günde ex oldu.
Tetanus is a rare disease characterized by resistant tonic spasms that develop with acute and neurotoxins originating from Clostridium tetani, which are fatal to older ages. Respiratory distress resulting from respiratory muscle involvement is the most serious finding. Respiratory failure and airway obstruction in patients often require ventilator support. Our case was a 68-year-old woman with generalized type of tetanus without proper immunization and subsequent respiratory failure. He was enrolled and taken to intensive care unit. Sedation was provided and mechanical ventilator support was obtained for 11 days. The developing autonomic dysfunctions could not be corrected despite treatment. The patient died on the 11th day.

11.Intratendinous Ganglion Cyst of The Semimembranosus Tendon
Yüksel Işık, İsmail Türkmen, Neslihan Taşdelen
Pages 56 - 60
Ganglion kistleri, sinovyal bir kapsülü bulunmayan, internal septalar içerebilen, hyaluronik asit ve diğer mukopolisakkaradilerden zengin sıvı içeren sık görülen tümör benzeri lezyonlardır. Vücudun herhangi bir yerinde görülebilirler. En sık el bilek, el, diz, ayak bilek ve ayakta izlenirler. Etyolojisi net olarak açığa çıkarılmamış olsa da kronik irritasyon, kronik tekrarlayıcı zedelenme ve kronik iskeminin rol oynadığı düşünülmektedir. Semptomatik olduklarında ağrı ve lokal yumuşak doku şişliği bulguları verirler. Ganglionlar geleneksel olarak orjin aldıkları dokuya göre klasifiye edilirler: İntraartiküler, ekstraartiküler, intraössesöz, periosteal gibi. Ganglion kistleri sık görülen bir patoloji olmasına rağmen intratendinöz ganglion kisti nadir görülür. Klinik olarak teşhis etmek zordur. Tanı ultrasonografi (USG) ya da MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) tetkikleri ile konur. MRG’de tendon, ligaman, tendon kılıfı, menisküs ya da eklem kapsülünden orjin alan düzgün konturlu, lobule, basit ya da komplike sıvı sinyali veren, kontrast verilmesini takiben periferal rim şeklinde kontrastlanma paterni gösteren kitle olarak izlenir. Ultrasonografide ve renkli Doppler ultrason incelemesinde vaskülarizasyon göstermeyen, lobule konturlu, internal septa içerebilen hipoekoik ya da anekoik kitle olarak izlenir.
Biz bu yayında diz ekleminde semimembranosus tendonunda yerleşim gösteren intratendinöz ganglion kistini, ultrason-MRG bulgularını ve ayırıcı tanısında yer alabilecek patolojileri vaka olarak sunduk. Bilgilerimize göre literatürde tanımlanan, semimembranosus tendonunun kendisinden orjin alan ganglion kisti hakındaki 3. vaka sunumudur. Diz eklemi ağrısının nadir nedenlerinden biri olarak, uygun radyolojik veriler ışığında ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulması gereklidir.
Ganglion cysts are commonly seen tumor-like lesions that do not have synovial capsules and can have internal septae as well as fluid rich with hyaluronic acid and other mucopolysacharides. They can be seen anywhere in the body. Although their etiology remains unclear, it is thought that chronic irritation, chronic repetitive injury and chronic ischemia are factors involved. When symptomatic, they cause pain and local soft tissue swelling. Ganglia are traditionally classified by the tissue from which they originate, such as intraarticular, extraarticular, intraosseous, periosteal etc. Although ganglion cysts are a commonly seen pathology, intratendinous ganglion cysts are rarely observed and hard to clinically diagnose. Diagnosis is made by ultrasonography (USG) or by MRI (Magnetic Resonance Imaging) work ups. On MRI, they appear as well demarcated and lobulated masses originating from tendons, ligaments, tendon sheaths, meniscuses or joint capsules, giving out simple or complicated fluid signals, and they appear with a peripheral rim pattern when contrast agents are applied. On ultrasonography and doppler ultrasonography, they appear as hypoechoic or anechoich masses of no vascularization, with a lobulated outline and possibly an internal septa.
In this publication, the intratendinous ganglion cyst on the semimembranous tendon of the knee joint as well as the related ultrasound-MRI findings and the pathologies which can be on its differential diagnosis are presented as a case study. To the knowledge of the author of this paper, this is the third published case study about ganglion cysts originating from the semimembranous tendon itself. It is necessary to consider these cysts in differential diagnosis in light of adequate radiologic data, as a rare cause of knee joint pain.

12.Meckel Divertıcular Perforation Connected with Foreign Body: Case Report
Ersin Gündoğan, Mehmet Karahan, Kenan Çetin, Aytaç Emre Kocaoğlu, Fatih Sümer
Pages 61 - 63
Meckel divertikülü (MD), gastrointestinal sistemin en sık görülen kojenital anomalisi olup, toplumda %2 oranında görülmektedir. Çocukluk çağında daha çok kanama ve obstrüksiyon bulguları ile ortaya çıkarken, erişkinlerde ise sıklıkla obstrüksüyon bulguları veya insidental olarak saptanmaktadır. Komplikasyon gelişen vakalarda tedavi olarak rezeksiyon önerilmektedir. Bu komplikasyonlardan biri olan perforasyon nadir olarak oluşmaktadır ve genelde yabancı cisim varlığında görülmektedir. Bu çalışmada akut apandisit ön tanısıyla operasyona alınan, ancak yabancı cisime (kürdan) bağlı meckel divertikül perforasyonu saptanan bir olgu sunulmuştur.
Meckel’s diverticulum is the most common congenital anomaly of gastrointestinal system and occurs %2 of the population. Common clinical presentations in childhood are bleeding and obstruction, while in adults it is usually with obstruction or incidentally detected. If complication occurs treatment must be resection. One of complications is perforation and it’s rarely develops due to foreign body. In this study the patient that have diagnosed as appendicitis before the operation and meckel diverticulum perforation detected during the operation because of the foreign body (toothpick) presented.

13.Parkinsonism related to use of non-intoxication dose of lithium
Zahide Yılmaz, Pınar Bekdik Şirinocak, Şeyda Alkan
Pages 64 - 67
Lityum bipolar bozuklukta kullanılan tedavi seçeneklerinden biridir. Bipolar hastalık tanısı ile 900 mg/gün lityum kullanan hastada son 6 aydır yürümede ve yutmada güçlük şikayeti mevcuttu. Nörolojik muayenesinde parkinsonizm tablosu tespit edildi. Serum lityum düzeyi terapötik düzeyi üst sınırlarda olan hastada lityum dozu önce azaltıldı ve sonrasında kesildi. Hastanın semptom ve nörolojik muayenesi 2 gün sonra belirgin olarak düzeldi. 15 gün sonra yürümesi normale yakın hale geldi. Biz kronik kullanımda lityum serum düzeyi terapötik düzeyin hafif üzerinde ancak toksik dozda olmayan yüksek doz lityum kullanımına bağlı subakut parkinsonizm tablosu gelişen bir hastayı sunmak istedik.
Lithium is one of the most widely used drugs in the treatment of bipolar disorders. The patient who was on lithium 900 mg/d with the diagnosis of bipolar disorder was admitted with difficulty in walking and swallowing for the past six months. Neurological examination showed clinical manifestations of Parkinsonism. Serum lithium level increased to the upper limits of therapeutic range; therefore, the dose was down-titrated and discontinued. Symptoms and neurological findings significantly improved two days later and nearly completely resolved 15 days later. Herein, we report a case of subacute Parkinsonism related to chronic high-dose, but not toxic dose, lithium treatment.

14.Complex Dislocation of The Index Metacarpophalangeal Joint in a Child: A Case Report
Ümit Gök
Pages 68 - 71
Kompleks metakarpofalangeal eklem dislokasyonları nadir olmakla birlikte, genellikle başparmakta görülür. Bu yaralanma tipi çocuk yaş grubunda daha da nadirdir. Erişkinde kompleks metakarpofalangeal eklem dislokasyonlarının tedavisinde dorsal veya volar yaklaşımla açık redüksiyon veya perkütanöz teknikler tarif edilmiştir, fakat cerrahi tedavi gerekliliği pediatrik yaş grubunda nadirdir. Bu olgu sunumunda, kapalı redüksiyonla tedavi edilemeyen pediatrik hastada açık cerrahi redüksiyonun sonuçları gösterildi.
Metacarpophalangeal (mp) joint dislocations are uncommon and usually seen in thumb. Complex dislocation of the mp joint in children is also uncommon, and rarely reported, whereas the condition is well described in adults. Complex mp joint dislocations need an open reduction with a volar or dorsal approach or with percutaneous technique in adults but surgical treatment need is rare in childhood. İn our case, we show that the open reduction with dorsal approach is useful to obtaine successful results in closely irreducable pediatric complex 2nd mp dislocation treatment.

15.Rectum Located Medullary Cancer: Case Report
Ersin Gündoğan, Gökçen Alınak Gündoğan, Gülnihal Özdemir, Metin Kement
Pages 72 - 74
Kolorektal kanserler ensık görülen 3. Kanser türüdür, bununla birlikte kolonun medüller kanserleri bunların yalnızca %1’ini oluşturan ve diğer tiplere göre daha benign seyreden türüdür. Nadir görülmeleri sebebiyle akla getirilmedikleri takdirde az differansiye adenokanserler, metastazlar ve hatta lenfomalar ile karıştırıla bilmektedirler. Bu çalışmada 57 yaşında kolon medüller karsinomlu bir olgunun klinikopatolojik özelliklerini ve tedavisini sunmayı amaçladık.
Malign epithelial tumors of the colon and rectum are the third most common cancer in worldwide. Medullary carcinomas are constitute only %1 of them and have more favorable outcome than other histologic subtypes. Because of their rarity sometimes they can’t be noticed and misdaignosed as poorly didderentiated adenocarcinomas, metastases, even lymphomas. In this study we aim to present clinicopathological features and treatment of colonic medullary carcinoma of 57 year old patient.

REVIEW ARTICLE
16.Current approach to female athlete triad
Sabriye Ercan
Pages 75 - 79
Kadın sporcu üçlemesi; düşük enerji yetmezliği, fonksiyonel hipotalamik amenore ve osteoporoz ile karakterize bir tablodur. Klinik yansıma, hastalığın farklı spekturumunda olabilir. Kadınların spora katılımının artışı ile birlikte hastalığın görülme sıklığı artmıştır. Kadın sporcu üçlemesi, ayrıntılı öykü ve fizik muayene ile tanınabilir, gerekli önlemler alınabilir.
Bu yazıda, Kadın sporcu üçlemesinin farklı klinik yansımaları paylaşılıp sporcularda ve sağlık çalışanlarında farkındalığın arttırılması amaçlanmıştır.
Female Athlete Triad is characterized by low energy availability, functional hypothalamic amenorrhea, and osteoporosis. Clinical presentation may be in different spectrum of disease. The incidence of the disease has increased with the increase in famele's participation in the sports. Female Athlete Triad can be identified with detailed history and physical examination, necessary precautions can be taken.
In this article, it was aimed to share different clinical presentation of Female Athlete Triad and to increase awareness in sportsmen and healthcare.