Volume : 5 Suppl : 2 Year : 2024
Index
Membership
Application
Kocaeli Medical Journal - Kocaeli Med J: 5 (2)
Volume: 5  Issue: 2 - August 2016
ORIGINAL ARTICLE
1.Analysis and prognostic significance of hematological parameters in patients with tinnitus
Nagihan Bilal, Selman Sarıca, İsrafil Orhan, Anıl Aktaş Samur
Pages 1 - 7
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda tinnutusu olan hastalarda nötrofil lenfosit oranı (NLO) incelendi, ayrıca daha önceki tinnitus hastalarını içeren çalışmalarda bakılmayan platelet lenfosit oranı (PLO), ortalama platelet hacmi (MPV), MPV/PLT oranına bakıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Prospektif çalışma, Ağustos 2015- Kasım 2015 tarihleri arasında Kahramanmaraş Sütçü İmam üniversitesi KBB bölümüne başvuran 65 tinnitus şikayeti olan hasta ve 65 kontrol grubundan oluşmaktadır. Tam kan sayımı parametreleri hemoglobin, eritrosit, lökosit, nötrofil, lenfosit, platelet sayımı ve PLO ve NLO değerleri hesaplandı. Hastalardan tinnitus handikap indeksi doldurulması istendi. Hastalar tinitus handikap indeksine göre 5 gruba ayrıldı.
BULGULAR: : Tinnituslu hastaların ortalama yaşları 47.95±11.82 idi. %55,6’ sı (35) kadın, % 44,4’ si (28) erkek idi. Kontrol hastalarının ortalama yaşları 47.5±11.83 idi. % 53.1’ i (34) kadın, % 46.9’ u (30) erkek idi. Hasta grup nötrofil lenfosit oranı ile kontrol grup nötrofil lenfosit oranı arasında anlamlı bir farklılık saptanmamıştır. Aynı şekilde platelet lenfosit oranı ve MPV/ platelet oranı arasında anlamlı farklılık tesbit edilmemiştir. (Sırası ile p değerleri 0.213, 0.216, 0.262).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tinnitus sık görülen etyolojisi multifaktöriyel olan bir semptomdur. Tinnitusu olan hastalarda literatürde yapılan çalışmalarda NLO anlamlı bulunmasına rağmen bizim çalışmamızda bu oran anlamlı bulunamamıştır. Hasta grubunun sayısının yüksek tutulması bu oranın anlamlı çıkması için bir etken olabilir.
INTRODUCTION: In our study neutrophil lymphocyte ratio (NLR) and also lymphocyte platelet ratio (LPR), mean platelet volume (MPV), MPV/PLT examined in patients those suffer from tinnitus.
METHODS: Prospective study. 65 patients those suffer from tinnitus and admitted to Kahramanmaras Sutcu Imam University ENT Department between August 2015- November 2015 is the first group and the second group is control group. Blood count parameters; haemoglobin, erytrocyte, leucocyte, neutrophil, lymphocyte, platelet count and, PLR, NLR examined. Patients were asked to fill out the tinnitus handicap index. Patients divided into five groups according to the tinnitus handicap index.
RESULTS: The mean age of the patient with tinnitus was 47.95±11.82. %55.6(35) was female, %44.4(28) was male. There was no significant difference between group1 and control group according to NLR. Likewise there was no significant difference between two groups according to PLR and MPV/PLT ratio. (p values 0.213, 0.216, 0.262)
DISCUSSION AND CONCLUSION: Tinnitus is a common symptom with multifactorial etiology. In previous researchs conducted in patients with tinnitus NLR found significant, but in our study the NLR was not statistically significant between two groups. Keeping the high number of patients is essential for the significant rise in the ratio.

2.Comparison of balloon and amplatz dilatation in percutaneous nephrolithotomy according to Modified Clavien classification
Emre Can Polat, Levent Özcan, Bülent Katı, Alper Ötünçtemur
Pages 8 - 14
GİRİŞ ve AMAÇ: Amplatz ve balon dilatatör kullanımının Modifiye Clavien derecelendirmesine göre komplikasyon oranlarına etkisini karşılaştırmak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kasım 2008 – Aralık 2015 tarihleri arasında böbrek taşı nedeniyle PNL yapılan 206 hastaya ait kayıtlar retrospektif olarak gözden geçirildi. Tüm hastalar operasyon öncesi ayrıntılı bir anamnez formu ile değerlendirildi. Genel dahili muayenesi yapıldı ve sistemik hastalık açısından sorgulandı. Hastalar operasyon öncesinde hemogram, seroloji, kan biyokimyası ve idrar kültürü ile değerlendirildi. 119 hastaya balon, 97 hastaya amplatz dilatasyon uygulandı. Komplikasyonlar Modifiye Clavien sistemine göre karşılaştırıldı.
BULGULAR: Basit böbrek taşı olup balon dilatasyon uygulanan 66 hastanın 44’ünde, amplatz dilatasyon uygulanan 46 hastanın 31’inde; kompleks taşı olup balon dilatasyon uygulanan 53 hastanın 34’ünde, amplatz dilatasyon uygulanan 41 hastanın 24’ünde hiçbir komplikasyon gelişmedi. İki grup arasında tüm alt derecelendirmeler dahil edildiğinde komplikasyonsuzluk oranı bakımından anlamlı fark saptanmadı (p > 0,05). Alt gruplar incelendiğinde kompleks taşlarda yalnızca derece 3b komplikasyonlar balon dilatatör kullanılan grupta amplatz dilatatör kullanılanlara göre anlamlı olarak daha az izlendi (p = 0,03).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Modifiye Clavien derecelendirmesine göre tüm alt gruplar dahil edildiğinde amplatz ve balon dilatasyon yöntemlerinin komplikasyon oranları açısından birbirlerine üstünlükleri izlenmemiştir.
INTRODUCTION: Comparing balloon and amplatz dilatation complication rates according to Modified Clavien classification in percutaneous nephrolithotomy (PCNL).
METHODS: Records of 206 standard PCNLs performed between Nov 2008 and Dec 2015, were evaluated retrospectively. All patients were evaluated with a detailed medical history form preoperatively. General examination was held and interrogated in terms of systemic disease. Patients’s preoperative blood count, serology, blood biochemistry and urine cultures were evaluated. 119 patients underwent balloon, 97 patients underwent amplatz dilation. Complications were compared according to the Modified Clavien classification.
RESULTS: No complication was seen in 44 of 66 patients who underwent balon dilatation and 31 of 46 patients who underwent amplatz dilatation for simple kidney stones. Also no complication was seen in 34 of 53 patients who underwent balon dilatation and 24 of 41 patients who underwent amplatz dilatation for complex kindey stones. When all subgroups were included there was not any significant statistical difference seen between the two groups in terms of complication rates ( p > 0.05). Only in complex stone formers, degree of 3b complications were seen less in balloon dilatation group (p = 0.03 ).
DISCUSSION AND CONCLUSION: No superiority was observed in terms of complications between amplatz and balloon dilation methods when all subgroups were included according to Modified Clavien classification except degree 3b in the complex stone formers.

3.Effect of 0.25% Levobupivacaine infiltration time on postoperative pain after laparoscopic cholescystectomy
Onur Dülgeroğlu, Birzat Emre Gölboyu, Murat Aksun, Senem Girgin, Ali Ahıskalıoğlu, Pınar Karaca Baysal, Mürsel Ekinci
Pages 15 - 20
GİRİŞ ve AMAÇ: Laparoskopik kolesistektomi ameliyatlarında; trokar giriş yerlerine ait insizyon hattına preinsizyonel ve operasyon sonunda uygulanan levobupivakain infiltrasyonunun postoperatif dönemde hasta konforu, ağrı kontrolü ve analjezik ajan gereksinimlerine olan etkilerini karşılaştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Laparoskopik kolesistektomi uygulanan ASA I-III, 19-65 yaş arasında 80 hasta randomize olarak iki gruba ayrıldı. Laparoskopik kolesistektomi operasyonunda kullanılan trokar giriş yerlerine preinsizyonel levobupivakain infiltrasyonu uygulananlar Grup 1, insizyon hattı kapatıldıktan sonra levobupivakain infiltrasyonu uygulananlar ise Grup 2 olarak tanımlandı.Hastalarda ağrı takibi postoperatif 0. dakika, 1., 4., 8., 12. ve 24. saatlarde VAS değerleri ile yapıldı. VAS skoru ≥ 4 olan hastalara 0,5 mg kg-1 tramadol iv uygulandı. Her hastanın ilk analjezik ihtiyacı zamanı ve 24 saatlik toplam tüketilen analjezik miktarı kaydedildi. Ek analjezik ihtiyacı 0-4., 4-12. ve 12-24. saatler arasında kaydedildi.
BULGULAR: Gruplar arasında ilk analjezik zamanı ve analjezik tüketimi açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmiştir (p=0,024, p=0,044). Grup 1’de hastaların ilk analjezi gereksinimleri daha uzun süre sonunda gerçekleşmiş olup toplamdaki opioid tüketimi daha azdır. Ayrıca Grup 1’deki hastaların hasta memnuniyetinin Grup 2’deki hastalara göre daha yüksek olduğu görülmüştür (p=0,041).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Laparaskopik kolesistektomi ameliyatlarında 10 mL %0,25 levobupivakainin trokar giriş yerlerine ait insizyon hattına preinsizyonel infiltrasyonunun postoperatif analjezide etkin ve güvenli olduğunu, opioid gereksinimini azaltıp hasta memnuniyetini arttırdığını gözlemledik.
INTRODUCTION: We compared the effects of preincisional versus endoperative levobupivacaine infiltration around trochar ports on pain control, analgesic requirements and patient satisfaction after laparoscopic cholecystetomy.
METHODS: Eigthy ASA I-III Laparoscopic cholescytectomy patients aged 19-65 were randomly assigned into two groups; levobupivacaine infiltration surrounding trochar ports was performed preincisionally in Group 1 and after closure of incision in Group 2. VAS scores were asked at 0., 1., 4., 8., 12 and 24. hours for postoperative pain evaluation. Intravenous 0.5 mg/kg tramadol was administered to the patients with VAS score ≥ 4. First analgesic requirement time and 24 hours total analgesic consumption were recorded for each patient. Additional analgesic requirements were noted at 0-4., 4-12. ve 12-24. hours.
RESULTS: Regarding first analgesic requirement time and total analgesic consumption, there was statistically significant difference between groups (p=0.024, p=0.044). First analgesic requirement was later and total opioid consumption was lower in Group 1. Patient satisfaction was also increased in Group 1(p=0,041).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Preincisional infiltraton of 10 ml 0,25 levobupivacaine around trochar ports is an effective and safe method to obtain better results in sense of pain control, analgesic consumption and patient satisfaction after laparoscopic cholesistectomy surgery.

4.Nutritional condition scanning in gastrointestinal cancer patients
Eyüp Murat Yılmaz, Erdem Barış Cartı, Erkan Karacan, Ethem Bilgiç, Şükrü Boylu
Pages 21 - 25
GİRİŞ ve AMAÇ: Malnutrisyon,insan metabolizmasında sistemik inflamasyon ile başlayıp immun yetmezliğe dek uzanan klinik bir süreçtir.Biz bu çalışmada gastrointestinal kanser tanılı hastalarda anket yolu ile tanı anındaki nutrisyon durumunu değerlendirmeyi planladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 52 gönüllü hasta dahil edildi.Hastalar sadece gastrointestinal kanser tanısı konmuş hastalar olup,başka bir sistem kanseri olanlar, tümör ameliyatı geçirenler, neoadjuvan tedavi alanlar çalışma dışı bırakıldı.Tüm hastalara MNA-SF formu uygulanıp vücut kitle indekslerine bakıldı.
BULGULAR: Hastalıkların evrelerine bakılacak olursa tanı anında malnütre ve malnütrisyon riski altında bulunan hastalık oranları evre 1 de %50,evre 2 ‘de %77,8, evre 3’de %72 ve evre 4’de %100 olarak saptanmış olup istatistiksel olarak anlamlılık gözlenmemiştir.Yine BMI ile malnütrisyon oranlarını karşılaştıracak olursak, tanı konduğu anda malnütre ve malnutrisyon riski altında olan hastalar; zayıf hastalarda %100, normal hastalarda %75, fazla kilolularda %76,2, obez hastalarda ise % 50 olarak saptanmış olup istatistiksel olarak anlamlılık gözlenmemiştir.(p: 0,222)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Gastrointestinal sistem kanserleri toplumda çok sık görülen kanserlerdir.Tanı konulunca en kısa sürede nutrisyon durumu taranıp uygun besenme desteği başlanmalıd
INTRODUCTION: Malnutrition is a clinical process that begins with a deficiency in immune system of human metabolism and dispreads through systematic inflammation.. We have planned a nutritional condition scanning with a simple scanning questionnaire for the patients who are diagnosed with gastrointestinal cancer.
METHODS: 52 voluntary patients were included in the research. Patients are the patients who had just received the diagnosis of gastrointestinal system cancer. Patients who had received neoadjuvant treatment, who had had a tumor operation and who has another type of cancer were excluded from the study. MNA-SF forms were applied to the patients, and their body mass indexes (BMI), were recorded.
RESULTS: When phases of the patients were taken into consideration, rates of illnesses with the risk of malnutrition at the time of diagnosis were 50% for first phase, 77,8% for second phase, 72% for third phase and 100% for fourth phase, and there is not any statistical significance. When we take a look at the comparison between BMI and malnutrition rates, patients who are under the risk of malnutrition; it is designated as 100% for weak patients, 75% for normal patients, 76,2% for over-weight patients and 50% for obese patients, and there is not any statistical significance (p: 0,222).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Gastrointestinal system cancers are the cancers that are observed very frequently among the society. As soon as diagnosis was received by the patient, their nutritional conditions shall be evaluated with nutritional scanning and most appropriate nutritional support shall be provided for those patients.

5.When Cholecystectomy Should Be Done in Acute Mild Biliary Pancreatitis?
Adem Yüksel, Murat Coşkun, Mehmet Özyıldız, Hamdi Taner Turgut, Murat Burç Yazıcıoğlu, Osman Civil, Gizem Fırtına, Selim Yiğit Yıldız
Pages 26 - 31
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut biliyer pankreatit(ABP) atağı sonrası tekrarlayan biliopankreatik olayları önlemek amacıyla definitif tedavi kolesistektomidir. Özellikle ABP vakalarının %80 ini oluşturan hafif biliyer pankreatitte kolesistektominin zamanlaması konusunda farklı yaklaşımlar mevcuttur. Bu çalışmamızda, hafif biliyer pankreatit atağı sonrası erken(ilk yatışta) ve interval (4 - 12 hafta sonra) dönemde laparoskopik kolesistektomi yapılan hastaların sonuçlarını karşılaştırmayı amaçladık
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, kliniğimizde Ocak 2010 – Aralık 2014 tarihleri arasında kliniğimizde ABP tanısı ile laparoskopik kolesistektomi uygulanan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Grup 1(n: 23), erken( ilk yatışta) kolesistektomi yapılan hastalar, grup 2(n: 54) geç( 4 – 12 hafta sonra) kolesistektomi uygulanan hastalardan oluşturuldu. Gruplar; demografik veriler, operasyon süresi, komplikasyon, mortalite ve tekrarlayan biliopankreatik olaylar açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmamıza hafif akut biliyer pankreatit tanısı ile kolesistektomi uygulanan 77 hasta dahil edildi. Tedavi kılavuzlarına uygun olarak erken kolesistektomi hastaların sadece %29,8(23/77) uygulandı. Erken dönem (Grup 1) ve interval dönemde(Grup 2) kolesistektomi uygulanan gruplar arasında operasyon süresi, konversiyon ve komplikasyonlar açısından istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı(sırasıyla p: 0,210, p: 0,540, p: 0,307). Grup 2 de hastaların %14,8 inde ( 8/54) tekrarlayan biliopankreatik olaylar görüldü. Grup 1 de hastanede kalış süresi istatiksel anlamlı olmak üzere daha kısa idi(p: 0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hafif ABP atağı sonrası erken dönemde laparoskopik kolesistektomi yapılması güvenli ve tekrarlayan biliopankreatik olayları önlemede etkin bir yaklaşımdır. Ancak ABP tedavisinde erken kolesistektomi klinik pratikte sınırlı sayıda hastaya uygulanmaktadır. Bu yaklaşımın nedenleri ve bu sorunun giderilmesine yönelik öneriler sunan çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: After an attack of acute biliary pancreatitis (ABP) in order to avoid repetitive biliopancreatic events, the definitive treatment is cholecystectomy. In particular, different approaches to the timing of cholecystectomy in ABP which was constituted 80% of mild forms of pancreatitis. In this study, we aimed to compare the outcomes of patients after mild biliary pancreatitis attacks who underwent early (in the first admission) and late (after 4 - 12 weeks) laparoscopic cholecystectomy.
METHODS: In this study, patients who underwent laparoscopic cholecystectomy in our clinic between January 2010 and December 2014 with the diagnosis of ABP were retrospectively evaluated. Patients divided into two group; in group 1 (n = 23) early (in the first admission) cholecystectomy and in group 2 (n = 54) late (after 4 - 12 weeks) cholecystectomy was performed. Groups were respectively compared in terms of demographic data, operation time, complications, mortality and recurrence of biliopancreatic events.
RESULTS: In this study, patients who underwent laparoscopic cholecystectomy in our clinic between January 2010 and December 2014 with the diagnosis of ABP were retrospectively evaluated. Patients divided into two group; in group 1 (n = 23) early (in the first admission) cholecystectomy and in group 2 (n = 54) late (after 4 - 12 weeks) cholecystectomy was performed. Groups were respectively compared in terms of demographic data, operation time, complications, mortality and recurrence of biliopancreatic events.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In mild ABP attack early period laparoscopic cholecystectomy is a safe and effective treatment choice for preventing recurrent biliopancreatic events. However, early cholecystectomy in the treatment of ABP is applied to a limited number of patients in clinical practice. New studies are need for the reasons of this approach and suggestions to fix this problem.

6.Deksmedetomidine-propofol versus remifemtanyl-propofol usage in endoscopic retrograde cholangio pancreatography procedures at monitored anesthesia care
Yahya Ömür, Mehmet Yılmaz, Asu Özger Özgültekin, Ayşe Zeynep Turan, Mehmet Hamdi Aytekin
Pages 32 - 37
GİRİŞ ve AMAÇ: Endoskopi işlemleri son yıllarda sedasyon altında yapılmaktadır. Biz bu çalışmada endoskopik retrograt kolanjio pankreatografi uygulanacak hastalardaki monitorize anestezi bakımında deksmedetomidin-propofol ve remifentanil-propofol protokollerini karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Grup deksmetedomidin-propofol’e 1 μg/kg deksmedetomidin 10 dk'da yükleme dozu uygulandıktan sonra 0.5 μg/kg/st deksmedetomidin infüzyonuna devam edildi. Grup remifentanil-propofol’e 0,2 μg/kg remifentanil 5 dk’da yükleme dozu uygulandıktan sonra 0,1 μg/kg/dk remifentanil infüzyonuna devam edildi. Her iki gruba eş zamanlı olarak 3 mg/kg/st dozunda propofol infüzyonu başlandı.
BULGULAR: Grup deksmetedomidin-propofol’de kalp atım sayısı, sistolik arter basıncı, diastolik arter basıncı Grup remifentanil-propofol’den anlamlı derecede düşük saptandı (p<0,05). Buna karşın Grup deksmetedomidin-propofol’de apne ve derlenme süreleri anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Monitorize anestezi bakımında remifentanil-propofol ve deksmedetomidin-propofol kombinasyonları uygulanabilir protokollerdir. Fakat monitorize anestezi bakımında hangi ilaç kombinasyonu kullanılırsa kullanılsın genel anestezi hazırlığının tam olmasının hayati öneme sahip olduğu kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: In recent years endoscopic procedures are being under sedation. In this study we aimed to compare deksmedetomidine –propofol vs. remifentanyl-propofol sedation at monitored anesthesia care on patients who underwent endoscopic retrograde cholangio pancreatography procedure.
METHODS: In the deksmedetomidine –propofol group deksmedetomidine loading dose of 1 mg/kg was administered in ten minutes. Following the loading dose, deksmedetomidine infusion rate of 0,5 mg/kg/hr was continued. In the remifentanyl-propofol group, remifentanyl loading dose of 0,2 μg/kg was administered in five minutes and infusion of 0,1 mcg/kg/dk was continued. In both groups patients were given 3 mg/kg/hr of propofol infusion
RESULTS: We found a significantly lower heart rate, systolic arterial pressure, diastolic arterial pressure in group deksmedetomidine –propofol. But controversly, apne and recovery times were found significantly higher in group deksmedetomidine –propofol than group remifentanyl-propofol.
DISCUSSION AND CONCLUSION: At monitored anesthesia care, both deksmedetomidine –propofol and remifentanyl-propofol sedation protocols are applicable. But in any case all equipments must always be ready to be able to give general anesthesia for the patient in order to control safety.

7.First Six Months Analysis of a Stroke Center
Uygar Utku, Soner Şahin
Pages 38 - 41
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmadaki amacımız ilk altı ay içerisinde geriye dönük elde ettiğimiz girişimsel nöroloji verilerinin analizini yapmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 2015 yılı Temmuz ayı ile 2016 yılı Şubat ayı arasında inme merkezine ardı sıra başvurmuş hastalar alındı. Başvuru şikâyetleri, demografik verileri, nöro-görüntüleme özellikleri, anjiyo bulguları ve klinik özellikleri kayda alındı.
BULGULAR: 74 hastaya anjio yapıldı. Beş hastaya karotis stentleme (bir hastaya aynı seansta hem ektrakraniyal hem intrakraniyal stentleme) yapıldı. Anevrizma vakalarından ikisine anevrizma koilleme, dördüne akım yönlendirici stentleme yapıldı. 10 hastaya IV trombolitik, iki hastaya IV trombolitik artı mekanik trombektomi uygulandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada inme merkezimizin ilk altı aylık dönemde aktif olarak hizmete geçtiği görülmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to analyze the data we obtain retrospective interventional neurology in the first six months.
METHODS: We admitted patients between February 2015 and July 2016. Symptoms, demographic data, neuro-imaging features, angiography findings and clinical characteristics were recorded.
RESULTS: Angiography was performed to the 74 patients. Carotid stenting was performed to five patients (a patient had both extra-cranial and intra-cranial stenting in the same session). Two patients had aneurysm coiling and four patients had flow-diverter stenting for their aneurysms. We gave IV thrombolysis to 10 patients and two patients underwent mechanical thrombectomy plus IV thrombolysis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study it observed that the first six months of the stroke center is now in active service.

CASE REPORT
8.A delayed rehabilitation case: Rhizomelic chondrodysplasia punctata type 3
Yasemin Yumuşakhuylu, Afitap İçağasıoğlu, Erkan Mesci, Ali İhsan Sungur
Pages 42 - 45
Rizozomal kondrodisplazi punktata (RKDP) lipid biyosentezi için gerekli olan peroksizomal genlerdeki mutasyonlar sonucu gelişen bir hastalıktır. Etkilenen hastalarda proksimal olarak kısa ekstremiteler, epifizyal punktat kalsifikasyon, bilateral katarakt, büyüme ve gelişme geriliği karakteristiktir. Hastaların büyük çoğunluğu RKDP tip 1, %5 civarı ise tip 2 veya 3 tür. Bu makalede RKDP tip 3 tanılı, rehabilitasyonu ihmal edilmiş 9 yaşındaki erkek çocuğu sunduk. Makalemizde, yapılan küçük bir rehabilitatif girişimin kişinin fonksiyonelliğine çok fazla katkıda bulunduğunu göstererek rehabilitasyonun önemini vurgulamak istedik.
Rhizomelic chondrodysplasia punctata (RCDP) is a disorder resulting from mutations in peroxisomal genes essential for lipid biosynthesis. Affected patients have characteristic features like proximally shortened limbs, epiphyseal punctuate calcification, bilateral cataracts, growth and developmental delays. The majority of patients have RCDP type 1, around 5% have RCDP type 2 or 3. In this paper we report a case of 9 years old male child diagnosed as RCDP type 3 whose rehabilitation was ignored. We would like to emphasize the importance of rehabilitation which even a slight intervention of rehabilitation can contribute a lot to his functionality.

9.Extra-anatomic Bypass with Tumescent Anesthesia: A Case Report
Seyhan Yılmaz, Özgür Barış, Adnan Yalçınkaya, Behice Kaniye Yılmaz
Pages 46 - 50
Periferik arteryel dolaşım bozuklukları günümüzde önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Ekstra-anatomik baypas operasyonları ekstremite kurtarılması için yüksek riskli hasta gruplarında tercih edilebilen alternatif yöntemlerdir. Bu olgu sunumunda, ileri evre Kronik obstruktif akciğer hastalığı ve istirahat dispnesi, geçirilmiş torakal aort operasyonu ve geçirilmiş lomber disk hernisi operasyonunun eşlik ettiği kronik aortoiliyak tıkayıcı arter hastalıklı, lokal ve tümesan anestezi eşliğinde ekstra-anatomik baypas grefti operasyonu uyguladığımız 54 yaşındaki erkek hastayı sunmayı amaçladık.
Peripheral arterial circulatory disorders is an important cause of morbidity and mortality today. Extra-anatomic bypass operations in patients which have high risk for limb salvage are alternative methods that may be preferred. In this case, we aimed to present a 54 year-old male patient who underwent extraanatomic bypass graft surgery for chronic aortoiliac occlusive arterial disease under local and tumescent anesthesia because of to accompany with advanced stage chronic obstructive pulmonary disease and resting dyspnea, previous thoracic aortic surgery and migrated lumbar disc hernia operations.

10.Case Report: Relapsing Polychondritis
Hacer Baran
Pages 51 - 54
Tekrarlayan polikondrit, kıkırdak ve bağ dokunun destrüksiyonu ve inflamasyonu ile seyreden nadir kronik otoimmün bir hastalıktır. Hastalığın klinik özellikleri aurikuler, nasal ve trakeal kartilajın kondritini;odyovestibüler disfonksiyonu; oküler inflamasyonu; vasküliti; myokarditi ve non-eroziv artriti içermektedir. Bu makalede otolarengoloji kliniğimize her iki kulakta ağrı, ödem, eritem şikayetleri ile başvuran 54 yaşında bayan hasta sunuldu
Relapsing polychondritis is a rare chronic autoimmune systemic disease that presents with destruction and inflammation of cartilaginous and connective tissues. Clinical features of the disease include chondritis of the auricular, nasal, and tracheal cartilages; audiovestibular dysfunction; ocular inflammation; vasculitis; myocarditis and nonerosive arthritis. In this paper a 54-year-old woman who presented to our otolaryngology clinic with complaints of pain, eritema, edema on both auricules are reported.

11.Another Treatment Choice of Cerebral Venous Sinus Thrombosis: Endovascular Intervention
Atilla Özcan Özdemir, Uygar Utku, Demet Funda Baş
Pages 55 - 57
Serebral venöz sinüs trombozu (CVST) arteryal sisteme göre daha nadir görülen bir inme tipidir. 35 yaşında kadın hasta CVST tanısı aldı. Standart antikoagülasyon tedavisinden fayda görmedi. Kliniği kötüleşme gösteren hastaya endovasküler müdahale uygulandı. Yeterli antikoagülasyona rağmen özellikle yaygın, şiddetli trombozu olup hızlı klinik kötüleşme gösteren hastalarda endovasküler müdahalenin can kurtarıcı olabileceğini göstermek amacıyla sunulmuştur.
Cerebral venous sinus thrombosis (CVST) is a less common stroke type compared with arterial system. 35-year-old female patient was diagnosed CVST. She did not benefit from standard anticoagulation therapy. When clinical signs of patients worsened she underwent endovascular intervention. We aimed to show patients who show rapid clinical deterioration despite adequate anticoagulation, endovascular intervention can be life-saving.

REVIEW ARTICLE
12.Subarachnoid Hemorrhage: Diagnosis, Treatment and Management
Gökhan Evcili, Uygar Utku
Pages 58 - 62
Subaraknoid kanama kanın subaraknoid mesafeye dağıldığı patolojik bir durumdur ve orta-ileri yaş grubunda önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Subaraknoid kanamalı bir hastanın tedavisinde primer hedef anevrizma kesesinin tamamının, rezidü bırakmadan güvenli bir şekilde oklüde edilmesidir. Ancak yalnızca anevrizma kesesini oklüde etmek yeterli olmayıp subaraknoid kanamaya bağlı meydana gelen komplikasyonlarda dikkatlice tedavi edilmelidir. Anevrizma tedavisinde hastaların monitörize edilerek yakın bir şekilde takip edilmesi ve bu komplikasyonların gelişmesi halinde erken tanı konularak müdahale edilmesi postop morbidite ve mortalite oranlarını büyük oranda azaltacak ve başarı oranını arttıracaktır.
Subarachnoid hemorrhage is a pathologic condition that exists when the blood spread through the subarachnoid space and it is an important cause of morbidity and mortality in middle-age group. Primary goal in the treatment of patients with subarachnoid hemorrhage is to occlude the aneurysm sac entirely and safely without leaving a residue. However, it is not adequate the occlusion of aneurysm sac but also the complications that occurs due subarachnoid hemorrhage should be treated carefully. Morbidity and mortality rates will decrease greatly, if close miniaturization and early intervention is done for the patients of aneurysms to prevent postoperative complications.

LETTER TO THE EDITOR
13.
Sürekli ayaktan periton diyalizi yapılan bir hastada Arcanobacterium Haemolyticum’a bağlı peritonit
Erkan Şengül, Emel Bozyel, Ayşen Elmas, Vesile Yazıcı
Pages 63 - 64
Abstract |Full Text PDF