Volume : 5 Suppl : 1 Year : 2024
Index
Membership
Application
Kocaeli Medical Journal - Kocaeli Med J: 5 (1)
Volume: 5  Issue: 1 - April 2016
ORIGINAL ARTICLE
1.Predictive value of direct radiographic measurements as a marker of severity of valvular regurgitation
Tümer Erdem Güler, Tolga Aksu, Veli Kaya, Omaç Tüfekçioğlu
Pages 1 - 5
GİRİŞ ve AMAÇ: Göğüs radyografisi (GR) kardiyak boşlukların genişlemesinin değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bu çalışmada GR ile belirlenen kardiyotorasik oran (KTO), kardiyak alan (KA) ve kardiyak volüm (KV) değerleri ile sol ventrikülün ekokardiyografik çapları ve kapak yetmezliklerinin ciddiyeti karşılaştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma popülasyonu izole ya da kombine mitral, aort veya triküspit yetersizliği olan 220 hastadan (125 Kadın, 95 Erkek) oluşmaktadır. Hastaların tümünde sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu > %40 olup normale yakındır. GR ve ekokardiyografik değerlendirme tüm hastalarda aynı gün içerisinde yapılmıştır. Hastalar kapak yetersizliğinin ciddiyeti yönünden hafif orta ve ciddi olmak üzere gruplandırılmıştır.
BULGULAR: Basit linear pearson korelasyon testinde sol ventrikül sistol sonu çapı KV ile KA ve KTO’ya göre daha ilişkili bulunmuştur. Bununla beraber sol ventrikül diastol sonu çapı hem KA hem de KV ile koraledir. Çoklu karşılaştırma testlerinde mitral ve triküspit yetmezliği ciddiyeti ile KA ve KV’nin korelasyonu KTO’dan daha iyi bulunmuştur. Oysaki aort yetersizliği ciddiyeti yalnızca KV ile ilişkilidir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: GR ekokardiyografi ile karşılaştırıldığında daha ucuz ve kolay bir yöntemdir ve rutin klinik pratikte kullanımı bu çalışmadan sonra artabilir.
INTRODUCTION: The chest radiography (CR) is widely available and frequently performed as a screening test for cardiac chamber enlargement. In this study, we compared cardiothoracic ratio (CTR), cardiac area (CA) and cardiac volume (CV) on CR and echocardiographic diamaters of left ventricule and severity of valvular regurgitation.
METHODS: The studied population consisted of 220 patients (125 female, 95 male) with isolated or combined mitral, aortic and tricuspid regurgitation. All of the patients had near normal cardiac systolic function (Left ventriküler ejection fraction >40%). CR and echocardiographic examination were performed on the same day in every patient. The patients were grouped by the degree of valvular regurgitation as mild, moderate, or severe.
RESULTS: In the simple linear pearson correlations test, left ventricular endsystolic diameter correlated better with CV than with CA and CTR. However left ventricular enddiastolic diameter correlated both with CA and CV. The results of the multiple comparison test were evaluated and severity of mitral and tricuspid regurgitation correlated better with CA and CV than with CTR. Whereas severity of aortic regurgitation only correlated with CV.
DISCUSSION AND CONCLUSION: CR is a cheaper and easier method as compared to echocardiography and potential usage in routine clinic practice may increase after the present study.

2.Prevalence of ocular surface disease in glaucoma patients
Ruken Çinik, Nurşen Yüksel, Dilara Pirhan
Pages 6 - 10
GİRİŞ ve AMAÇ: Glokom hastalarında oküler yüzey hastalık (OYH) prevalansının değerlendirilmesi
YÖNTEM ve GEREÇLER: 17 yaş ve üzerinde, primer açık açılı glokom (PAAG), psödoeksfoliatif glokom (PEG) ve okuler hipertansiyonu (OHT) olan 88 hastanın 173 gözü çalışma kapsamına alındı. Her hasta oküler yüzey hastalık indeksi (OSDI), schirmer testi, konjonktival ve korneal lissamin yeşili (LY) boya testi ve gözyaşı kırılma zamanı (GKZ) ile değerlendirildi.
BULGULAR: OSDI anketi kullanılarak kuru göz semptomları değerlendirilen hastaların 137 gözünde (%79) semptom rapor edildi, 68’inde (%39) şiddetli semptomların olduğu raporlandı. Schirmer testi, 91 gözde (%52.6) gözyaşı yapımının azaldığını gösterdi. Şiddetli gözyaşı eksikliği 31 gözde (%17.9) saptandı. LY boyaması gözlerin 117 (%67.6)’sinde pozitif sonuç verdi, 6 (%3.4) gözde ise şiddetli boyanma mevcuttu. GKZ gözlerin 146 (%84)’sında gözyaşı kalitesinde bozulma olduğunu ve 69 (%39.8)’unda gözyaşı kalitesinde şiddetli azalma olduğunu gösterdi. Benzalkonium chloride (BAK) içerikli göz damlası kullanmayan hasta grubunda damla kullanan gruba göre OYH testlerinde anlamlı fark tespit edildi. LY boya testi ve OSDI sonuçlarının ilaç kullanımının yanısıra kullanılan ilaç sayısı ile de korelasyon gösterdiği saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PAAG, PEG ve OHT olan hastaların büyük bir kısmında oküler yüzey hastalık belirti ve/veya bulgusu saptandı. OYH ve BAK içerikli göz damlası kullanımı birlikteliğinin bu hasta popülasyonunda gözyaşı kalitesini belirgin şekilde etkilediği tespit edildi.

INTRODUCTION: To evaluate the prevalence of ocular surface disease (OSD) in glaucoma patients.
METHODS: 173 eyes of 88 patients aged 17 years or older with primary open angle glaucoma (POAG), pseudoexfoliation glaucoma (PEG) and ocular hypertension (OHT) were enrolled in the study. Each patient completed for Ocular Surface Disease Index (OSDI) questionaire, and underwent evaluation by Schirmer test, conjunctival and corneal Lissamine green (LG) dye test and tear break-up time (TBUT).
RESULTS: Using the OSDI survey dry eye symptoms were assessed. Symptoms were reported in 137 eyes (79%) and in 68 (39%) severe symptoms were recorded. Schirmer testing showed decreased tear production in 91 eyes (52.6%). Severe tear deficiency was detected in 31 (17.9%) eyes. LG staining showed positive results in117 (67.6%) patients, 6 (3.4%) had severe staining. TBUT demonstrated abnormal tear quality in 146 (84%) patients and severe decrease in tear quality was found in 69 (39.8%) patients. There was a significant difference between OSD symptoms and signs and the use of BAK-containing eyedrops. The results of the LG dye test and OSDI revealed that there was also a correlation with number of the drugs used in addition to the use of BAK-containing drug.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the majority of patients with POAG, PEG and OHT symptoms of OSD and/or findings were detected. The combination of OSD and BAK-containing eyedrops use significantly affects the quality of tear in this patient population.


3.Postoperative Histopathology Findings of Ultrasonographically diagnosed Gallbladder Polyp
Adem Yüksel, Murat Coşkun, Hamdi Taner Turgut, Mehmet Özyıldız, Murat Burç Yazıcıoğlu, Selim Yiğit Yıldız
Pages 11 - 15
GİRİŞ ve AMAÇ: Safra kesesi polipleri, malignite riski taşıyan lezyonlardır. Bu risk safra kesesi hastalıklarının tanısında en sık kullanılan tetkik olan ultrasonografi(USG) ile net belirlenememektedir. Bu durum klinikte önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Bu çalışmada, preoperatif USG de saptanan polip özelliklerinin histopatolojik inceleme sonrası elde edilen bulgularla uyumluluğunu değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde safra kesesi polipi nedeni ile laparoskopik kolesistektomi uygulanan 55 hasta çalışmaya dahil edildi. Cerrahi, polip boyutu ≥10 mm olan veya <10 mm polip olup risk faktörlerinin (soliter veya sesil polip, hasta yaşı ≥ 50, eşlik eden safra kesesi taşı, takiplerde polip boyutunda artış saptanan, semptomatik hastalar) eşlik ettiği hastalara ve hasta isteğine bağlı olarak uygulandı.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 48,6 ± 12,2 (24-83) idi. Preoperatif polip boyutu 6,7±2,9 (2-15) mm idi. Histopatolojik incelemede hiçbir hastada malignite gözlenmedi ve hastaların sadece % 5,4 (3/55) ünde gerçek polip saptandı. Gerçek polip saptanan hastaların tamamında polip boyutu ≥ 10 mm idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Safra kesesi poliplerinde cerrahi tedavi kararında dikkate alınması gereken en önemli kriter polip boyutunun ≥ 10 mm olmasıdır. Risk faktörlerinin eşlik ettiği <10 mm poliplerde cerrahi kararında daha seçici davranılmalıdır.
INTRODUCTION: Gallbladder polyps are lesions with risk of malignancy. This risk cannot be determine with ultrasonography (USG) exactly though it is the most commonly used tests in the diagnosis of gallbladder disease. This situation is still a major problem in clinical practice. In this study, we aimed to evaluate the compatibility of characteristics of polyps detected with ultrasonography preoperatively with the histopathological examination findings.
METHODS: 55 patients who had a laparoscopic cholecystectomy operation for gallbladder polyps in our clinic, were included in this study. The decision of surgery was given according to polyp size of ≥10 mm, or <10 mm but who has risk factors (solitary or sessile polyps, patients aged ≥ 50 years, accompanying with gallstones or increasing of polyp size during follow-up and symptomatic patients).
RESULTS: The mean age of the patients were 48.6 ± 12.2 (24-83) years. The preoperative polyps size were 6.7 ± 2.9 (2-15) mm. Histopathologic examination revealed that no malignancy was observed in any patients and only 5.4% (3/55) of cases had a real polyp. The size of all polyps which were accepted as real polyp, were ≥ 10 mm.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The most important criteria for surgical treatment decision of gallbladder polyp is the polyp size, must be greater or equal to 10 mm. In patients who has <10 mm polyp, surgical treatment should be advised more selectively to patients who had risk factors.

4.The efficiency of the sonographically - guided vacuum-assisted biopsy method in small breast lesions with unknown or low malignancy potential
Gülten Sezgin, Makbule Varer, Melda Apaydın, Gökhan Duygulu
Pages 16 - 20
GİRİŞ ve AMAÇ: Son yıllarda, memenin küçük lezyonlarında hatalı sitolojik tanılar hakkındaki malpraktis davaları artmıştır. Biz bu çalışmada, malignite potansiyeli bilinmeyen ya da düşük olan, 1 cm ve altındaki meme lezyonlarını ultrason eşliğinde vakum destekli biyopsi (USVDB) yöntemi ile eksize ettik. USVDB’nin bu lezyonların tanı ve tedavisindeki etkinliğini tartıştık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Şubat- Aralık 2014 tarihleri arasında, malignite potansiyeli bilinmeyen ya da düşük olan 35 lezyon USVDB ile eksize edildi. Tüm olgular, 12-18 ay boyunca US ile takibe alındı.
BULGULAR: USVDB ile malignite tanısı alan üç olgu, cerrahiye yönlendirildi. USVDB’ta tüm sonuçlar cerrahi tanı ve uzun süreli US takipleri ile korele idi. Ancak 12 olguda rezidü lezyon saptanmış olup oran, yüksekti (%34,3).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Memenin malignite potansiyeli bilinmeyen ya da düşük olan küçük lezyonlarında USVDB yöntemi, yüksek tanısal doğruluk oranları ile daha üstündür ve erken evre meme kanseri tanısını arttırmaktadır. Ancak, yüksek rezidü lezyon oranları nedeniyle terapötik eksizyonda henüz başarılı değildir.


INTRODUCTION: In recent years, the number of the malpractice cases concerning the cytological misdiagnoses in the small breast lesions has gone up. In this study, we used sonographically-guided vacuum-assisted biopsy (USVAB) method to excise the lesions of 1 cm or smaller in diameter, which have unknown or low malignancy potential. We discussed the efficiency of USVAB in diagnosing and treating such lesions.
METHODS: Thirty five lesions with unknown or low malignancy potential were excised with USVAB between February-December 2014. All subjects were followed up by US for a period of 12-18 months.
RESULTS: Three subjects, diagnosed by USVAB with malignancy, were referred to the surgery. All USVAB results were correlated with surgical diagnosis and long-term US follow-ups. However, 12 subjects showed residual lesions, which established a high rate (34,3%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: For the small breast lesions with unknown or low malignancy potential, the USVAB method is superior with its higher diagnostic accuracy, and increases chances to diagnose breast cancer in early stages. However, due to its high residual lesion rates, it is not very effective for therapeutic excision yet.



5.Retrospective Analysis of Breast Surgery Outcomes ın Males
Mehmet Fatih Ekici, Zülfü Bayhan, Sezgin Zeren, Çağrı Tiryaki, Cengiz Koçak
Pages 21 - 24
GİRİŞ ve AMAÇ: Kliniğimizde erkek meme hastalığı nedeniyle opere edilen olgularımızın sonuçlarını retrospektif olarak değerlendirmeyi ve sunmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2011 ile Aralık 2015 tarihleri arasında meme cerrahisi uygulanan 28 erkek hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hasta yaşı, yapılan cerrahi yöntem, patoloji sonucu, lateralite, görüntüleme teknikleri değerlendirildi.
BULGULAR: En sık yapılan cerrahi, jinekomasti amaçlı subkutan mastektomi idi. Yedi vakada bilateral jinekomasti mevcuttu. 3 hastada meme kanseri mevcuttu, patolojik değerlendirmede invazif duktal karsinom tanısı aldılar. Tüm hastalarda ultrasonografi kullanılmıştı. Mamografi hiç bir hastada uygulanmadı..
TARTIŞMA ve SONUÇ: Erkek meme kanseri, kadın meme kanserine göre, daha nadirdir. Doktora başvuru anında genellikle ileri evre hastalık saptanmaktadır. Erkek meme kitlelerinde jinekomasti ve kanser arasında ayırıcı tanı yapılmalıdır.
INTRODUCTION: We aimed to present patients who underwent surgery for male breast disease in our clinic.
METHODS: 28 male patients who underwent breast surgery between December 2011 and January 2015 were retrospectively evaluated. Patient age, surgical procedure, pathology, laterality, imaging techniques were evaluated.
RESULTS: The most frequently performed surgery was subcutaneous mastectomy for gynecomastia. Seven cases had bilateral gynecomastia. 3 patients had breast cancer were diagnosed with invasive ductal carcinoma pathological evaluation. Ultrasonography was used in all patients. Mammography never been applied to a patient.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Male breast cancer, compared to women, it is more rare. First admission to doctor are usually detected in advanced stage disease. Gynecomastia and male breast mass should be made between the differential diagnosis of cancer.

6.Using Students’ Feedback for the Evaluation of Clinical Skills Training Program
Arif Onan, Ece Abay, Orhan Odabaşı
Pages 25 - 32
GİRİŞ ve AMAÇ: Tıp Fakültesi öğrencilerinin, yetkinlik kazanmaları gereken temel hekimlik uygulamalarının ne olduğu ve düzeyleri belirlenmiş durumdadır. Beceri eğitimi laboratuvarlarında uygulamalar güvenli ve etkili bir biçimde yapılabilmektedir. Öğrencilerin eğitimlerine yönelik öz değerlendirmeleri program geliştirme çalışmaları için değerli veriler sunmaktadır.
Amaç: Tıp Fakültesi öğrencilerinin mesleksel beceri laboratuvarında gerçekleştirilen yüzeyel sütür atma becerileri ile ilgili görüşlerinin değerlendirilmesidir. Çalışma, 2012-2013 akademik yılı öğrenci geribildirimlerini, dikkate alınan yönlerini, izleyen yılın geribildirimlerindeki benzerlik ve değişimleri araştırmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: H.Ü. Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi ve Bilişimi Anabilim Dalı, öğrenci geribildirimlerini ve eğiticilerin görüşünü dikkate alarak programda düzenlemeye gitmiştir. Her iki akademik dönemde de öğrencilerin değerlendirme formlardan elde edilen nicel ve nitel veriler, birbirlerini destekleyen ve ayrışan yönüyle betimleyici tarzda birlikte ele alınmıştır.
BULGULAR: İlk dönemde görece düşük olan “Eğitimi yeterince tekrarlama”, “destek alma” ve “yetkinlik” bildirimleri ikinci dönemde anlamlı şekilde yükselmiştir. Genel olarak nitel verilerin nicel verilerle uyumlu olduğu, birkaç önermede ise farklılıklar olduğu gözlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Programda değişikliğe gidilmesinin öğrenciler tarafından olumlu karşılandığı ve öğrenci geribildirimlerine yansıdığı görülmektedir. Bazı önermelere ilişkin yorumlar uygulamayla değişmeyip paralellik göstermektedir. Becerileri değerlendirme formunun geçerlik ve güvenilirlik değerleri formun işlevsel olduğunu göstermektedir.
INTRODUCTION: The basic medical procedures that a medical student should become competent, and the levels of the competencies have already been defined. The practices in clinical skills laboratories can be safely and effectively conducted. The self-evaluations of the students on their education provide valuable data for program development.
Aim: The aim of the study was to evaluate the feedback of the medical students on superficial suturing skills conducted in clinical skills laboratories. The study investigated the feedback of the students in 2012-2013 academic year, the parts that were taken into account, and the similarities and differences in the feedback of the students in the consequent year.
METHODS: The Department of Medical Education and Informatics in Hacettepe University Faculty of Medicine achieved appropriate program developments regarding the feedback the students and faculty members. The quantitative and qualitative data gathered from the students’ feedback forms in the consequent academic years were studied in a descriptive way with supporting and differentiating components.
RESULTS: The level of the students’ feedback became higher for the items, “Appropriate repetition of the training”, “receiving support, and “competence” which were relatively lower in the first academic year. In general, qualitative data were compatible with quantitative data, with only a few exceptions.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The program development process was welcomed by the students and it was reflected on the student feedback. The comments about some propositions didn’t change, and were still parallel to the former results. The values for reliability and validity of the form revealed that the evaluation form was functional.

CASE REPORT
7.Post-traumatic Hirayama Disease: Case Report
Erdem Özyurt, Uygar Utku, Deniz Tuncel, Mustafa Gökçe
Pages 33 - 35
Hirayama hastalığı karakteristik klinik özellikleri arasında; genç başlangıç, sporadik
oluşum, erkeklerde sık görülmesi, kraniyal sinirleri, piramidal yolları, duyusal, serebellar veya ekstra piramidal sistem tutulumu olmadan tek veya iki taraflı üst ekstremite sınırlı kaslarda erime ve güçsüzlük vardır. 22 yaşındaki bayan, alt motor nöron sendromu benzeri sağ tarafta belirgin üst ekstremitelerde yavaş ilerleyen güçsüzlük ile başvurdu. Bir yıl once trafik kazası geçirmişti. Son altı aydır güçsüzlük şikayeti artmıştı. İntervertebral disk hernisi yoktu, ancak; eski travmaya ait bulgular vardı. Burada, biz bir travma sonrası geliştiğini düşündüğümüz nadir bir Hirayama hastalığı olgusu sunduk.
The characteristic clinical features of Hirayama disease are young age at onset, sporadic occurrence, male preponderance, wasting and weakness confined to a single or bilaterally upper limb without involvement of cranial nerves, pyramidal tracts, sensory, cerebellar or extrapyramidal systems. A 22-year-old girl was presented with slowly progressive weakness of her upper limbs especially on her right side like a lower motor neuron syndrome. She had a car accident one year ago. She had a complaint of weakness on her left side for last six months. No intervertebral disc herniation was present, but there was an evidence of old traumatic injury. Here, we presented a rare case of Hirayama disease after a trauma.

8.
Laringospazm Sonrası Gelişen Negatif Basınçlı Akciğer ödemi Negative pressure pulmonary edema following laryngospasm
Sarpel Gürbüz, Canan Balcı, Ayşenur Ay, Öztürk Taşkın, Gözde Çelik, Hazel Yağcızeybek
Pages 36 - 39
Laringospazm, postoperatif periyodda nadir karşılaşılmayan bir durumdur. Eğer erken fark edilip tedavi edilir ise geçicidir. Buna rağmen, bazı nadir vakalarda tanı ve tedavide geç kalınırsa yüksek morbitide, desatürasyon, Negatif Basınçlı Pulmoner Ödem (NBPÖ) ve mortalite riski ile ilişkili olabilir. Bu olguda genç sağlıklı bir erkekte laringospazm sonrası gelişen NBPÖ ve ARDS nedeni ile yoğun bakım ünitesinde tedavi edilen olgunun sunulması amaçlandı.

Negative pressure pulmonary edema following laryngospasm
Laryngospasm is not an uncommon event in postoperative period.It is temporary if diagnosed and treated early.However in some rare cases;it may be related to high morbidity,desaturation, negative pressure pulmonary edema(NPPE) and the risk of mortality if a delay occurs in the diagnosis and treatment. We aimed to present here a case of a young and healty male who developed negative pressure pulmonary edema(NPPE) and ARDS following laryngospasm and treated in intensive care unit.

9.Ancient schwannoma in the groin: A Case report
Emre Can Polat, Levent Özcan, Bülent Katı, Cevper Ersöz, Alper Ötünçtemur
Pages 40 - 42
Schwannomalar schwann hücrelerinden kaynaklanan tümörlerdir ve vücudun herhangi bir bölgesinde görülebilirler. Genital bölgenin zengin innervasyonunun olmasına rağmen, bu tümörlerin skrotumda görülmesi yaygın değildir. 25 yaşında erkek hasta sol inguinal bölgede ağrı ve ele gelen kitle şikayeti ile başvurdu. Skrotal ultrasonografide inguinal bölgede solid kitle tespit edildi. Cerrahi eksizyon yapıldı ve histoloji ancient schwannoma ile uyumluydu. Bu sunumunda inguinal ancient schwannoma olgusu literatürle birlikte incelenmiştir.
Schwannomas are tumors that originate from Schwann cells and which may occur in any region of the body. In spite of the rich innervation of the genital area, these kinds of tumors are not common in the scrotum. A 25 year old man presented history of painless scrotal swelling. Scrotal ultrasonography revealed inguinal mass. Surgical excision was undertaken and histology was an ancient schwannoma. We report ancient schwannoma of the groin with a review of the literature.

10.Ulcerative Plaque in the Innominate Artery Which is Diagnosed During the Coronary Bypass Operation
Rezan Aksoy, Hakan Parlar, Çağrı Düzyol, Özgür Barış, Atike Tekeli Kunt, Cevdet Uğur Koçoğulları
Pages 43 - 45
Asendan aortadaki aterosklerotik plaklar iskemik inme ve rüptür sebebi olabilmektedirler. İnnominate arterde gözlenen ülsere plak ise nadir görülen bir durumdur. Ameliyat esnasında asendan aorta ve dalları, aterosklerotik ve ülsere plaklar nedeniyle istenmeyen serebrovasküler ve kardiyovasküler olaylalar akılda tutularak iyi eksplore edilmelidir.
Bu yazıda, koroner anjiyografi sonucunda koroner arter baypas greftleme ameliyatı kararı verilen, operasyon esnasında innominate arter başlangıcında ülsere plak olduğu gözlenen 71 yaşındaki erkek olgu sunulmuştur. Hastaya genel anestezi altında kardiyopulmoner baypas ile koroner arter baypas greftleme ameliyatı uygulandı. Ameliyat sırasında rüptür ve diseksiyon oluşumunu önlemek amacıyla ülseratif plak olan innominate arter teflon yama ile onarıldı. Hasta 6. gün şifa ile taburcu edildi. Hastanın bir yıllık takibinde serebrovasküler ve kardiyovasküler bir olay izlenmedi.

Bu olgu sunumumuzda, koroner arter baypas greftleme ameliyatı esnasında innominate arterde nadir görülen ülsere plağa literatür eşliğinde cerrahi yaklaşım yöntemlerini irdelemeyi amaçladık.
Atherosclerotic plaques in the ascending aorta can cause ischemic strokes and rupture. Ulcerated plaques in the innominate artery is a rare condition. In this case report we described that the patient which has ulcerated plaques in the innominate artery which was observed it during the coronary bypass operation.
In this paper is presented 71 year old male patient. Coronary bypass operation was decided as a result of coronary angiography. Ulcerated plaques were observed at the beginning of ınnominate artery during the exploration in the surgery. Aorta coronary bypass graft was done with cardiovasculary bypass under general anesthesia. The innominate artery with ulcerated plaque, was repaired with teflon felt to prevent postoperative rupture and dissection. He was discharged in the postoperative six days. The cerebrovascular and cardiovascular events were not observed during one year follow up.
In this article, during the coronary artery bypass grafting surgery a rare ulcerated plaque in the innominate artery, we aimed to discuss surgical methods with in literature.

11.
Nadir bir masif asit nedeni: Periton Tüberkuloz olgusu
Göktuğ Şirin, Zeynep Öztürk, Züleyha Akkan Çetinkaya, Mesut Sezikli
Pages 46 - 48
Peritoneal tüberküloz, tüm tüberküloz vakalarının %0.1-0.7’sini oluşturmaktadır. Hastaların tanısında gecikme mortalite ve morbiditede artmaya sebep olmaktadır. Biz karın ağrısı ve asiti olan olgumuzda batın görüntülemesi ve endoskopilerde anlamlı patoloji saptanamayıp parasentez mayi örneklemesinde lenfosit hakimiyetli beyaz küre yüksekliği görülüp yapılan laparoskopi ile tanı koyduğumuz tüberküloz peritonit olgusunu sunduk.

12.Primary Sjögren's Syndrome Presenting with Hypokalemic Paralysis due to Distal Renal Tubular Acidosis: A Case Report
Didem Eroğlu, Erkan Şengül, Fulya Dörtbaş, Esra Yeşilyurt, Emre Dönmez
Pages 49 - 52
ÖZET
Sjögren sendromu egzokrin bezlerin lenfositik infiltrasyonu ile karakterize kronik otoimmun bir hastalık olup sıklıkla ağız ve göz kuruluğu şikayetleri ile ortaya çıkmaktadır. Sjögren sendromunda böbreklerin tutulumu nadir değildir. Sjögren sendromu genellikle tubulointerstisyel nefrit ve distal renal tubüler asidoza (dRTA) neden olabilmektedir. Hipokalemi dRTA olan hastalarda en sık görülen elektrolit bozukluğudur. Hipokalemik paralizi ve dRTA saptanan hastalarda etyolojide Sjögren sendromu göz önüne alınmalıdır.
Sjögren's syndrome is characterized by lymphocytic infiltration of exocrine glands is a chronic autoimmune disease often arises with mouth and eye dryness complaints. Renal involvement in Sjögren's syndrome is not rare. Sjögren's syndrome often cause tubulointerstitial nephritis and distal renal tubular acidosis. Hypokalemia is the most common electrolyte disorder in patients with distal tubular acidosis. The etiology in patients with hypokalemia, paralysis and distal renal tubule acidosis should be considered Sjögren's syndrome.

13.Sublingual Dermoid Cyst with Cervical Extention
Selahattin Genç, Ahmet Demir, Ahmet Tuğrul Eruyar, Adin Selçuk
Pages 53 - 55
Dermoid kistler boyun orta hattında herhangi bir bölgede bulunabilmekle birlikte, ağız tabanında nadir görülür. Cerrahi öncesi kistin boyun uzanımı doğru belirlenip intraoral veya transservikal yaklaşımla tam olarak çıkarılmaları yeterli tedaviyi sağlayacaktır. Ancak mylohiyoid kası aşıp boyuna uzanan kitlelerde intraoral yolla yetersiz kitle eksizyonu nüksle sonuçlanacaktır. Biz yazımızda intraoral yolla yetersiz tedavi edilen ve bu nedenle nükseden, transservikal yaklaşımla tedavi ettiğimiz bir olgu ile sublingual dermoid kistleri hatırlatmak istedik.
Dermoid cysts of the floor of the mouth are rare, although they may involve any area in the midline of the neck. By determining the correct extension of the cyst through the neck prior to surgery, total excision by intraoral or transcervical approach will provide adequate management. However, inadequate intraoral excision of the mass that exceeds mylohyoid muscle and extends through neck will result in recurrence. In this article, we wanted to remind the sublingual dermoid cysts with a case having previous intraoral insufficient excision and, therefore, recurrent mass excised via transcervical approach.

14.Pulmonary Brucellosis Case Report
Selçuk Nazik, Süheyla Kömür, Aslıhan Ulu, Taylan Bozok, Behice Kurtaran, Ayşe Seza İnal, Yeşim Taşova, Hasan Salih Zeki Aksu
Pages 56 - 59
Bruselloz; ülkemizde endemik olarak görülen, tekrarlayan ateş, eklem ağrısı, halsizlik, iştahsızlık ile seyreden sistemik bir hastalıktır. Solunum sistemi tutulumunda en sık görülen semptom %10-33 ile non prodüktif öksürüktür. Olgumuz, 76 yaşında, erkek hasta kırsal bölgede çiftçilik ile uğraşıyor. On beş gündür devam eden kuru öksürük, üşüme-titreme ile yükselen ateş ve uykuya eğilim şikayetleri ile enfeksiyon hastalıkları servisine yatışı yapıldı. Özgeçmişinde taze peynir tüketimi mevcuttu. Hastaya ampirik sefrtriakson 2x2 gr ve klindamisin 4x600 mg IV başlandı. Brusella agglutinasyonu 1/160 titrede pozitif olarak saptandı. Doksisiklin 2x100 mg ve rifampisin 2x300 mg başlandı. Toraks bilgisayarlı tomografisinde (BT) pnömoni, solda minimal plevral efüzyon izlendi. Pnömoni etkenleri serolojik olarak dışlandı. Bruselloz tedavisinin 5. gününde hastanın ateşi düştü, genel durumu düzeldi ve akciğer dinleme bulgularında düzelme görüldü. Kan kültüründe Brucella melitensis üremesi oldu. Tedavisi 8 haftaya tamamlanan hastada klinik ve radyolojik olarak düzelme görüldü. Ülkemizde endemik olarak görülen brusellozun nadir görülen pulmoner tutulumu, pnömoni ile başvuran hastalarda ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır.
Brucellosis, an endemic disease in our country, is a systemic disorder characterized with recurrent fever, joint pain, malaise and anorexia. Although it may affect many systems, respiratory involvement is quite rare. In case of respiratory system involvement, the most common (10-33%) symptom is non-productive cough. Our patient was a 76 year old male living in rural areas engaged in farming. He was hospitalized with fifteen days ongoing complaints, dry cough, fever with chills and tendency to sleep. On physical examination, fever, tachypnea, decreased breath sounds at left lung baseline and crepitan crackles at right baseline and loss of muscle strength was present. In his history, fresh cheese consumption was present. Empirically, ceftriaxone and clindamycin was initiated. Brucella agglutination was 1/160 titer positive. Doxycycline and rifampin was started. Thoracic computed tomography revealed pneumonia and minimal pleural effusion on the left lobe. The other pneumonia agents were excluded serologically. Cerebrospinal fluid revealed normal findings. Neurobrucellosis was excluded. On the fifth day of brucellosis treatment patient was afebrile, general condition improved and lung symptomsand findings resolved. Blood culture was positive for Brucella melitensis. The patient completed 8 weeks of treatment, clinical and radiological improvement was seen. Brucellosis, an endemic disease in our country, rarely shows pulmonary involvement and it should be kept in mind in differential diagnosis in patients admitted with pneumonia.

15.Recurrent Aortoenteric fistula after aortobifemoral bypass surgery: A Case Report
Zülfü Bayhan, Mehmet Fatih Ekici, Sezgin Zeren, Çağrı Tiryaki, Ahmet Aksoy, Mustafa Cem Algın, Şükrü Aydın Düzgün
Pages 60 - 63
Aortoenterik fistül(AEF) aort rekonstrüksiyon cerrahisi sonrası nadir görülen bir durum olup ciddi komplikasyonlarla sonuçlanabilir. AEF beklenmedik ölümle sonuçlanan ani ve masif kanamaya neden olabilir. AEF hastalarına multidisipliner yaklaşık çok önemlidir. Çoğunlukla kanamaya bağlı ani ölüm görülmesine rağmen ender durumlarda septik komplikasyonlarla da hasta kaybedilebilir. Bu makalede 72 yaşında erkek hastada aortobifemoral bypass sonrası iki kez aortaenteric fistül gelişen ve akabinde cerrahi geçiren olguya multidisipliner yaklaşım literatür eşliğinde sunulmuştur.
Aortoenterik fistula (AEF) is a rare disease which may be secondary to aortic reconstructive surgery and conclude with serious complications. AEF, may cause sudden and massive bleeding which may cause sudden death. Although sudden death can be seen often due to hemorrhage, rarely patients can be lost with septic complications. Multisiciplinary approach to AEF patients is very important. In this article, we present multisiciplinary approach in a case of a 72 years old man who underwent surgical treatment twice, because of two aortoenteric fistula following an aortobifemoral bypass operation along with literature

16.
Sağ Sürrenal Kaynaklı Dev Malign Onkositik Tümör
Tonguç Utku Yılmaz, Levent Trabzonlu, Gökhan Pösteki, Sertaç Ata Güler, Yeşim Saliha Gürbüz, Erdem Okay
Pages 64 - 68
Onkositik tümörler adrenal bez, tiroid, böbrek ve tükrik bezi gibi vücudün çeşitli yerlerinde görülebilmektedir. Adrenal onkositik tümörler nadir görülmekte olup çoğunlukla benign özelliktedir. Olgumuzda radyolojik incelemelerinde sağ üst kadranda sürrenal veya karaciğer kaynaklı olabilecek 28*12*10cm boyutlarında kitle tesbit edilmiştir. Kitle bir miktar karaciğer dokusu ile tam olarak çıkarılmıştır. Patolojik incelemede kitle boyut, mitoz sayısı, atipi göstermesi ve çevre invazyon özelliklerine göre malign sürrenal onkositik karsinom tanısı almıştır. Radyolojik alarak onkositik sürrenal kitlenin malign veya benign olduğu ayırtedilemez. Ancak boyut malignite için önemli kriterdir. Onkositik tümörlerde benign malign ayrımı mitoz sayısı, yüksek nüklear grade, tümör boyutu, kapsül invazyonu, nekroz varlığı gibi faktörlere bağlıdır. Adrenal onkositik tümörler çoğunlukla sol tarafta görülmekle birlikte sağ yerleşimli dev olanlarda karaciğer ve böbrek patolojileri ile karışabilmektedir. Tedavide kitlenin tam olarak çıkarılması gereklidir.

REVIEW ARTICLE
17.Usage of new oral anticoagulant drugs in clinical practice of neurology
Muhammed Nur Öğün, Uygar Utku
Pages 69 - 72
Yeni oral antikoagülan ilaçların kullanımı günümüzde gittikçe artmaktadır. Amacımız bu ilaçlarla ilgili bilgi düzeyini arttırmak ve günlük klinik pratikte daha güvenli kullanımını sağlamaktır.
It is increased the usage of new oral anticoagulant drugs currently. Our aim is to increase the level of knowledge about these drugs and to ensure the safety usage in daily clinical practice.